31 Temmuz 2011 Pazar

Uykusuz Olmak Zor Meziyettir

     Uykusuz olmak zor meziyettir, bir nevi uyanıkken yaşamıyormuş gibi. Bir nevi Walking Dead'deki zombiler gibi lan eheh. Gözlerinle savaşa girersin, gözkapaklarına direnirsin. Savaşmayın, sevişin lan. Ne böyle? Bırak oluruna gözkapaklarını, rahat etsin ruhun. Dinlensin bedenin. Öyle bir şeyler işte.


     Uykusuzluk gözkapaklarının ağırlığına dayanamamayı işaret eder. Uykusuzluk gözlerinin kırmızılaşmasına sebebiyet olur. Ama uykusuzluk seni içmeden sarhoş eder, böyle hiçbir şeye tam anlamıyla konsantre de olamazsın. Uykusuzlukla yazılar bulanıklaşır, sek sek falan oynarlar, bildiğin dalga geçerler seninle, kitaptan bir sayfa bile okuyamazsın. Okursun da belki, anlarsan nobel ödülü kazanırsın, o derece. Uykusuzlukta beyin fonksiyonel olarak çalışma prensibinin dışına kayar. Hayır lan bunu ben uydurdum, sadece ciddi bir şeyler de girsin, tıbbi bir şeyler de kanıt olsun diye. Olsun, gayet de güzel durdu yazının akışının getirmiş olduğu o ruhani zımbırtılara göre. Şu an ben de uykusuzum, gördüğünüz üzere kalemimin akıbeti bu yönde ne kadar da değişim geçiriyor. Bilmiyorum ki. Uykuyu çok seviyoruz biz millet olarak. Bazen 12 saat bile yetmiyor, o kadar hayvan olabiliyoruz dostlar, itiraf edin siz de. 8 saat uykuyla hayat güzel, dinç bir kafada geçer diyorum ve susuyorum. Filmler de güzel. Ohhh hayat çok zor.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

29 Temmuz 2011 Cuma

Kahraman Hasta Yakını

     Mistik güçlerimin farkına zaman içinde daha iyi varıyorum yahu. Şimdi de içimde bir yerlerde gizli kalmış, yardımseverliğin kenarına yapışmış olan o gücü buldum: Refakatçi. Şimdi hastane odasındayım, laptop da yanımda ama, keyfine düşkün pezovengia işte ben eheh. Neyse şimdi abartarak tasvirlerime başlıyorum, takipte kalın. Arada tahlil de yapabilirim, hazırlıklı olun. Burası hastane, burada her şey olur. Aslında böyle dalga geçer gibi oldu, sanki hastane dalga geçilecek yer gibi. Öyle değil tabi ki. Misal ikinci defa tümör ameliyatı olan kırk yedi yaşındaki adamı görünce de üzülmedim değil. Daha doğrusu görmedim, duydum. Olsun duyu organlarımın biriyle hissettim ya durumunu, o yeter.


     Kapıdan içeri ilk adımımı attığımda etrafımı bir soğuk hava dalgası kapladı, içim soğudu. Altı üstü hastanenin girişindeydim, sanki morgdaydım be. Sonra fark ettim bu soğuk hava dalgasının sebebi tepemde duran klima imiş. Ama olsun siz benim anlatmak istediğimi anladınız, ben biliyorum. Yani aslında hastanede olmanın içimde bir huzursuzluk yaratması gerekiyordu. Ne bileyim belki mistik güçlerim böyle yaptı beni ve bu değerli görev için içimdeki huzursuzluğu aldı götürdü uzak diyarlara ama ben tasvir ve tahlil yapacaktım. O yüzden şu klimalı kısım da dahil okumadnız sayalım kaldığım yerden devaaam:


     Girişte bir masa vardı ve bir bayan bir erkek olmak üzere arkasına geçmiş buranın maddi işlerini yürütüyorlardı. Sanırım. Bilmem attım şimdi bunu. Neyse. Etrafıma baktığımda her yer beyazlar içindeydi, daha doğrusu geneli beyazlar içine sarılmıştı. Burada hayatlar başlayıp, hayatlar son buluyordu. Beyazlar içinde başlayıp, beyazlar içinde son bulan hayatları betimliyordu diye düşündüm bu beyazlar ve mal bir tebessüm kondu suratıma. Bilmiyorum bende. Kendim hasta olarak gelsem belki beyazlara değil diğer tonlara odaklanırdım ama şimdi irisime irisime gelen renk bu beyazlardı. Sonra hastanenin asansörüne geçtik ve katların numaralanışına baktığımızda 2'ye bastık. 2. katta Yoğun Bakım bulunuyordu. Asansörün yavaşlığını ilk önce karşılaşma ihtimalinden korktuğumuz olgudan dolayı bir his sandım. Fakat sonraki günlerde fart ettim ki bu düpedüz gördüğüm en iğrenç asansördü. Ulan hastane güzelsin, hoşsun, oda da konforlu falan ama asansörün neden bu kadar boktan? Neyse. Gittik Yoğun Bakım'a. Her şey iyiydi, güzeldi. Zaten kötü olmayacağını içten içe biliyordum. Bir risk falan kalmamıştı. Yine o mal tebessüm geldi, hoşgeldin dostooom dedim içimden eheh. Yoğun Bakım'da durumu en iyi olan hasta bizimkiydi, buna bir yandan sevinirken içten içe de bu sevinçten dolayı ufacık bir vicdan azabı hissetmiştim. Sanki diğer insanların durumunun kötü oluşuna sevinmişim gibi saçma bir his gelmişti. Oysa alahası yoktu, ama işte o mal his geldi bir an çok durmadı, hasta ziyareti kısa olur diyerekten gitti sonra. O gün başlamadı bu refakatçiliğim, ertesi gün rüzgarlı bir sabahta ( sabahın köründe ) başladı. Ve içime mistik güçlerim doldu. Huzurluydum. Odanın klimasından dolayı serin hisler içerisindeydim. Ve şimdi buradayım, iki saattir saçmalıyorum. Sanırım sıkıldım. Neyse biraz kitap okuyacam ben, gideyim o zaman. Evet.


NOT: Hastane mi, hastahane mi? sorunsalını yaşardım eskiden. Şimdi hastane olduğunu biliyorum; ama hastahane daha mantıklı. Bir anlamı oluyor gavatlar işte. Hasta Evi. Hasta Ne? Hasta ne lan? Burası neresi?
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

Kitap Yazmak Vardı

     Parayı kırmanın yolu; akıcı, güzel ve mistik bir kitap yazmaktan geçiyormuş ben bunu anladım şu son günlerde cancanlarım. Fakat eğer ben bir kitap yazmaya kalkarsam tasvirlerim Mai ve Siyah düzeyince veyahut Sergüzeşt abartılığında olacağından insanlar kitabı ilk sayfalarından sonra kapatabilirler. Bu onların kaybı olur, kalemime de güvenirim aslında. Betimleme yapmayı seviyorum işte ne yapayım? ( Kitap yazmadan tribe giren kızın dramına hoşgeldiniz, patlamış mısır servisimiz birazdan başlayacaktır eheh. ) Bir ortak bulup kitap yazmak lazım lan. Bir ilke imza atıp 2 kişi birden kitap yazacam, paramı da paylaşırım olsun yeter ki karşımdaki de en az benim kadar içinde bir yazar ruhu beslesin. Belki ciddiyim, taşşakolas bir şeylerden bahsetmiyorum. Öyle karşımda mal mal gülme. Betimlemeyi sevsem de bunu kenara atıp bir kitap yazmak lazım. Şu son 1 yılda aldığım kitaplara baktığımda her beş kişiden biri en az bu kadar kitap alsa ve aralarında aynı kitabı alan on kişiden üç kişi çıksa of off lan o yazar parayla amuda kalkmaz, tuvaletinde peçete kalmadığında onu münasip yerlerine temizlemek için de kullanabilir.


     Zaten size bir şey söyleyeyim mi, bu ülkede bir yerlere gelmek istiyorsan ya topçu olacaksın ( bana uymuyor be ) ya popçu ( alınmayın rakçılar sizde de iş var ) ya da şöyle adamakıllı bir yazar olacaksın ya da kadınakıllı. Kadınakıllı olayım ben en iyisi. Yanıma da bir ortak bulayım ohh maaağy gaat. Ortak fikirlerle ortaya çıkacak cennete siz bile şaşıracaksınız. Evet evet! Bekleyin beni. Bizi. Kimse o ikinci tekil şahıs. Gel beri. Buradayım. Yazak birlikte bir kaç kelam, sunalım bir yayın evine. Temiz gibi ya da gri tonlarında bir karmaşadan ibaret sanki. Neyse " Hele bir geeel " diyorum ve Kavak Yelleri kıvamında sıvamaya başladığım yazımı noktalıyorum. Öperem sizi. Muciaağks.

NOT: Bir de Hilal Cebeci tarzı açılıp saçılarak para kazanma metodu var onu unuttum. Hee bir de torpil ile. O yöntemlere de fakınız offunuz. Malınız, yanınız, sikatereyınız diyorum.

Bu arada kitap yazmaktaki amaç para kazanmak olmamalı, tabi ki ciddi değilim. Kitap yazmak, bir şeyler yazmak bir sevdadır. "Bir efsaneydi efsaneydi senle beraber olmak..." diyebilirim.



Kraken ile Jack'in gemisi.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

25 Temmuz 2011 Pazartesi

Mistik Güçler Sahibesiyim

     Batman gibi, Wonderwoman gibi, Catwoman gibi, Süper Man gibi, Süper Mario gibi benim de mistik güçlerim var biliyor mu idiniz canlarım? Bir süper kahraman değilim fakat bazen kendi dünyamın kahramanı konumuna geçebiliyorum. Valla he! Belki ileride açılırım, franchising falan kurarım, insanlığa bir faydam olur eheh.


     Mistik Güç No 1: Dağınık bir ortama girdiğimde kimsenin bulamadığı nesneyi o dağınıklığın içinde bir düzen kurmuşçasına hemencecik bulabilirim.


     Mistik Güç No 2: Umursamadığım kişi ve kurumları görünmez yapabilirim. Görünmezleri de görünür yapmak üzerinde çalışmalarım var, ee mistik güçlerim yardım ettiğince artık deniyoruz eheh.


     Mistik Güç No 3: Ruhum sakarların diyarında nirvanada takılıyor, bedenime sakarlığın en ince detaylarını empoze ediyor. Her koşulda sakarlık yapabilme olasılığım yüksek yani.


     Mistik Güç No 4: Tikky gibi konuşabiliyoğraam.


     Mistik Güç No 5: Karşımda boş boş konuşan bir kişinin sesini kapatıp o konuşurken duymama gibi bir yetiye de sahibimdir. Bir anda sözlerinin yerini uçsuz bucaksız bir sükunet alabilir.


     Mistik Güç No 6: Mutluysam da mutluyum, hüzünlüysem de mutluyum. Farkı anlayamazsınız agathalar.


     Mistik Güç No 7: Karnımdan gelen gaipten sesleri ( biz onlara guruldama deriz aslında ) sahneye çıkartıp şarkı söyletebiliriiim.


     Mistik Güç No 8: Karanlıkta aradığım şeyi rahatça bulurum. Bunu ben de anlamam. Belki beynimin sağ lobunun ortasında soyut bir ışık vardır, bana yol gösteriyordur eheh.


     Mistik Güç No 9: Çocuklara kendimi çabuk sevdiririm. Isınıyor keretalar bana. Yirim lan onları.


     Mistik Güç No 10: Söyleyeceğim şey ne kadar basit olursa olsun ben onu kelime oyunlarıyla çok önemli bir şeymiş gibi gösterebilirim. Zannedersin romana paragraf yazıyorum yea.


     Mistizmin derinlerinden gelen bir ses: Yüzyıllar sonra yazarsınız Yüzyıllık Mistizm diye kitabımı, oscar ödüllü olmasanız da yazın lan eheh.


Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

22 Temmuz 2011 Cuma

Senin Malın Benim Malım, Benim Malım Yine Benim Malım

     İlerde torunlarımıza egolarımızın büyüklüğü hakkında çok güzide bilgiler verebileceğimizden eminim. Onlara gençliklerimizde egolarımızı yüceltmek için saygınlığımızı yerdiğimizi göğsümüzü gere gere anlatırız lan artıkın. Bencillikle geçen bir hayatın çürüklerini içimizde taşırız büyüyünce de... Yani siz taşırsınız, ben taşımam! eheh.


     Kahkahalar içinde boğulurken herkes seni kurtarmak için en kötü bir can yeleği atar yanına, en kötü bir şey yapmaya çalışır çakalovslarımız. Fakaat eğer ki gözyaşları içerisinde boğuluyorsan sana cebindeki sümkürülmüş peçeteyi bile atmaz. Tenezzül bile etmez. Senden tarafa bakmaz bile. O ilerideki kahkaha tufanına çoktan kapılmıştır bile. Sen kimsin? Kanka? Bir fakınız bir offunuz. Kömür gibi yanınız. Şaşırdın mı? Tabii sen yalanları ağdalayıp, regl umudu olmamıştın. Salak işte, önceki yazıya geç bir önce. Neyse. Depresif mi geldi girizgah? Arada bir benim de hakkım vardır dimi ya depresif sözcük cümbüşüne geçiş yapmakta? Zaten depresiflik değil bu yazdıklarım sadece gerçeklerin suratınıza tokat mahiyetinde çarpılışı diyebiliriz.


     Yalnızlık kendini tanıman için bir fırsattır. Ya da daha da kaybolman için bir araçtır. Bunu istediğin yöne çekmek sen Ademoğlu Havvakızı'nın yöneleceği kulvardır. Sen seçeceksin. Sikimsonik dertlerle başını ağrıtmayı da sen seçiyorsun. Bir kitap bile okumadan, hakkında bilgi sahibi olmadan, yüzeysel yorumlarınla ortamın da amuduna koymayı da sen seçiyorsun. Beyninin yıkanışını en önden izlemeyi de sen seçiyorsun. Belki hayatına figüran olmayı da sen seçiyorsun, o hayatın baş rolünün hakkını vermeyi de sen seçiyorsun. Aslında sen büyük boksun, ama bazen bunu anlamıyorsun. Anladığında da abartıp ego denizinde balıklara yem oluyorsun. İşte o zaman sadece bok oluyorsun, kimse senin temizlenmene bile yardım etmiyor eheh. 


     Emolaşmayı da sen seçiyorsun, Türkçe'yi katletmeyi de, mutluluğu da, hüznü de, orospuluğu da, piçliği de, tebessümü de, kahkahayı da, ağlamayı da ve daha neler neler... Seç lan birini listeden, çok geç olmadan yön ver içinde yeşeren o hüptrik duygulara. O hüptrik hayallere. O hüptrik dertlere. Kendi ütopyanda kaybolma ama lan, yoksa kimse seni harikalar diyarından kurtaramaz. Sıkışıp kalırsın, yokluğa doğru bir yolculuğa hapsolursun. Inception'daki gibi arafa sürüklenirsin lan işte eheh.

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

21 Temmuz 2011 Perşembe

Ağdalı Yalanlar Regl Umutlar

     Güven duygusunu insanın içinden koparıp uzaklara doğru götüren bir şeydir bu " ağdalı yalanlar ". Doğallık her zaman iyidir tabii ki fakat ağdanın gerekliliği de su götürmez bir gerçektir. Peki biz bu ağdalamayı hayatımıza gerçek anlamda sokabiliyor muyuz? Yalanları yapılması gerektiği gibi ağdalayıp, ondan kurtulup, temiz ve saf bir hayata " Merhaba " diyebiliyor muyuz? Cevap acı lan. Söylüyoru uum. Yapamıyoruz. Çünkü aptal gibi güveniyoruz. Filozoflar bile diyor " Babana bile güvenme " diye. Bunun üzerine ben bir söz söyleyemem. Adamlar işi bitirmiş. 


     İlk ağda her zaman acıtır, bilmediğin, daha önce hissetmediğin bir sarsılma duygusudur sonuç itibariyle. Fakat sonrasında karşılaştığın o temiz, saf ve rahatlama hissiyle mutlu olursun. Acı ama rahatlatıcı bir olgu anlayacağın. O ağdayı da çöpe atmalısın, üstüne yapışan yalanlarla birlikte. Ve o yalanları oraya getirenle birlikte. Seni ağda yapma mecburiyetine sokanla birlikte. Çünkü çok da sinir bir işlem. Dostunmuş, sevgilinmiş, kuzeninmiş - tamam kan bağı var burada, kuzeni kaldıralım listeden - yani kim olursa olsun artık bir " Acaba? " sorusunu içinde tutacaksın. Belki biraz uzaklaşacaksın. Sonrasında tamamen bitireceksin bütün ilişkini. Ağda her zaman gereklidir, unutma bunu. Hem bu devirde erkekler bile kolunu ağdalıyor, yalanları ağdalamak da artık zorunlu bir hale gelmiştir dimi? eheh.


     Ama ondan sonra gelecek aşama biraz sert bir rüzgar gibi insanın suratına çarpar: Regl Umutlar. Bu regl umutlar sende büyük bir güven ağrısına dönüşür. 1 haftada değil belki 1 ayda hatta abartalım belki de 1 yılda bile geçmez. Emoya bağlarsın anlayacağın bir dönem. Ama emodan daha aklı başında bir emo olursun; neye üzüldüğünü, içten içe neye sinirlendiğini, neyin seni bu hale getirdiğini büyük bir bilinçle bilirsin. Bu durumun yaş aralığı falan yoktur, depresyonun sancılı şekli olarak da adlandırabilir. Depresyondan farklıdır ama, onda olduğu gibi kendini yemeğe vermezsin. Kendini güvenmemeye verirsin. Kendini uzaklaştırmazsın ama yakınlaştırmazsın da. Stabil bir noktadan selam verirsin insanlara. Çünkü içine ağdalamadan kalan bir " Acaba? " gelmiştir. 


     Endişelenme ne kadar sancılı geçerse geçsin bu regl umutları da bitecektir. Ve insanları tanımaya başlayacaksın. Kiminle yakın olman gerektiğini, kimden uzak durman gerektiğini anlayacaksın. Kime " karşiim " diyeceğini, kime " kaşar " diyeceğini, kime " olsa da olur olmasa da olur " diyeceğini anlayacaksın. Belki arada ağdalayacaksın yine ki ağdalamak hep gerekir, fakat ilk ağda gibi acıtmayacak. Hayatını daha iyi bir hale getirecek. O yüzden ağdadan korkma, regl de olacak umutların ama korkma, sonrasında hayat daha güzel olacak. Daha temiz ve daha saf...
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

19 Temmuz 2011 Salı

Korku Filmi Klişeleri Vol 1.

     Korku filmlerini izlerken hepimizin suratına klişeler bir bir fırlatılır. Artık insan önceden tahmin edebilmeye falan başlar olay örgüsünü, mesela " Olumm bak burada şu kadın var ya, düşecek! " 2 sn sonra pat.. Ben kahinim lan! Heeey, Matrix'teki kahin halt etmiş yanımda. Ben buradayım. Real Kahin. Oh yeaaa. Tabi kahin falan değilim ( emin olma bundan eheh ) fakat milyon defa aynı şeylerle karşılaşınca insan artık kolaylıkla tahminlerde bulunabiliyor. Neyse çok konuştum, ben size klişelerimizi buraya yazacağım elbet tabiki de size çok tanıdık gelecekler. Ready, steady, gooo.


     1- Kurban peşindeki kişiden kaçar iken tabana kuvvet bir biçimde koşar, fakat bu peşindeki eleman ne hikmet ise her seferinde yetişir. ( koşmaya tenezzül bile etmediği halde, adam katil değil, ruhi lan insan bile değil eheh ) Ya da kurban düşer ve iki saatte yerden kalkamaz ve maloz sürünür yerde, inadına yakalasın diye. Kısacası koşan yakalanır agaaa.

     2- Kurbanımız telefonunu kullanacağı vakit kullanamaz, nerede olursa olsun o telefon bir türlü çekmez. Vodafone'lu değil tabii, ondan çekmiyor keretanın eheh.

     3- Kurbanımız her boku merak eder, peşinden depar atar ve sonucunda ölür. Biz izlerkene bunları " Gitme yavrum, herif orada bekliyor. Lan kör müsün? Of ya, izlemiyorum. " deriz. Bizi duyacakmış gibi bağırırız kurbana, çok yardımseveriz lan biz eheh.

     4- Katilden de bahsetmek gerek biraz, bütün klişeler de kurbanı sarmaz ki canım! Katil de bir türlü ölmez, her seferinde ayağa kalkar geri saldırır. Bu korku filmlerinin katilleri de ölümsüz neyin sanırım yahu?

     5- Katil, kurbanı öldüreceği zaman bütün nihai amaçlarını anlatır, bütün planlarını açıklar kurbana. Sonra o kurban bir şekilde kurtulur ya da anlattıklarını muhakkak biri duyar. Yoksa olmaz adam boşa mı konuşcak lan? Bu işin reconu böyle, adam ooool.

     6- Katili fark eden herife ya da bir şeylerin ters gittiğini anlayan elemana paranoyak muamelesi yapılır ve hiçbir dediğine inanılmaz. " Paranoyak olmanız takip edilmediğiniz anlamına gelmez. " işte koydum lafı, yeaa. ( Nirvana'nın sözüydü sanırsam )

     7- Şişman ve gözlüklü isen sıçtın abi ilk sen ölürsün, haberin olaa.
     
     8- Müzik katilin habercisidir, katil geldiğini hüptrik gibi anlarsın hemen. Yani o sahne geldiğinde kahin olmuyorsun canem, o bana mahsus tamam mııığ??!!?

     Şimdilik bu kadar yeter okuyan cancan, klişe bol sinemacı ahalisinde. Ben sonra devam ederem, merak eyleme. Lelelele canııığm.

 
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Psikolojik Çöküntü Sebebi


Video açılmaz ise buyur youtube linki: http://www.youtube.com/watch?v=uuzNohk5cYw

Resmen psikolojik çöküntüye uğratmıştı lan bu final eheh. 53. saniyede gelen sümkürükle beraber benim de gözlerim sağanak yağışa geçmişti, o sümkürüğün 2 katı sümkürük sesi benden çıkmaya başlamıştı. Hele o film müziği.. Bir film, müziğiyle bu kadar iç içe olabilir. Birbirlerine taciz ediyorlar adeta, biz de buna şahit olarak ağlıyoruz lan eheh. Ağır dramdır bu film. İzlemeyen var ise eğer derhal izlemeli, soyut bir tabancayla tehdit ediyorum olumm seni izle lan bunu! Kankacana da izletmiştim dediğine göre 4 gün etkisinden kurtulamamış eheh. Ben bir de ilginç bir itirafta bulunacağım, film bittikten sonra burada görünen başlangıca kadar bir daha geri sardım ve yine 2 saat ağladım. Yüzüm gözüm morardı resmen ağlamaktan. Psikopatım hakikatten. Çok kötü oldum lan. Ama mükemmeliyete ulaşmış bir film, gerek işleniş bakımından gerekse müziği. Müzik yeter sadece. Mavi gözlerine kurban olduğum ne hale getirdin kendini? O kadını ziyaret ediş sahnesi de çok kötü, şu finaldeki yarışma falan. Of ulan of. Durun bir sümkürüp gelecem ben yine, peçeteee! 

NOT: Filmin adı da Requiem For A Dream, En iyi 250 filmde 61. sırada. Jared Leto seni yerler yerler, yar seni yerler yerler eheh.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

17 Temmuz 2011 Pazar

Mutluluğun Resmi

     İlk önce pastel renkler ön plana çıkar. Resmimizin ortasından bir dere akar gider, gökyüzünde martılar uçuşur ve vee.. Mantıklı düşün lan, sence burada mutluluğun resmini tasvir edebilir miyim? Herhangi bir kimse bunu yapabilir mi? Mutluluk göreceli ve değişken bir şeydir, dün mutluysam bugün değilimdir, aynı şeyden mutlu olamam çünkü insanoğlu bu yetinmeyi bilmez. Ben de dahilim buna, o yüzden konunun başlıkla hiçbir alakası yok, bu sadece girizgahtı, kızmayın lan bana ama artistik bir başlık oldu kabul edelim eheh.

     Neyse biz devam edelim, konudan saparsam uçuruma kadar yolum var lan benim. Konumuz: Sinir Kat Sayılarını Arttıran Öge: Sıcaklık. Sıcaklık da değil aşırı sıcaklık. Güneşten ciddi anlamda nefret ediyorum, adam benim yaşamıma büyük katkılarda bulunuyor olabilir fakat ben hiç sevmiyorum keretayı. Dün onun yüzünden nerdeyse bayılacaktım lan. Söylenildiğine göre tansiyonum düşmüşmüş. Ama biraz daha kalsaydım senin altında, bayılanzi yanii (  tikkycanlara selam çaktım, acımamıştır dimiiğ :(  ) Sevmiyorum olumm seni. Uzaklaş başka diyarlara, git Güney Yarım Küre'ye. Orada şimdi seni arıyorlardır. Ya da yahu birazcık yağmur getir hele buralara be Tanrım. Bak ufakcık bir şey. Böyle böyle altında yürüyeyim, saçım başım batsın lan umrumda değil. Yağmuru sevmeyenlere de buradan içten sövüş yapıyorum, dışa vurursam malum yasak kelimelerin de amuduna koymuş olurum eheh. Şaka lan yasak kelimelerden bana ne, sadece yazımın terbiyeli gidişatını bozmak istemedim. 

     Güneeeeş.. İyi ki varsın tamam bak nankör de değilim. İnsanoğlu çiğ süt emmiştir, örnekleri de bol ama bak nankörlük yapmıyorum. Kal bu yarım kürede demin dediklerimi unutalım bir nebze. Fakat yağmuru da çağır lan, kankandır o senin. Hem gökkuşağı da oluşturur İlluminati'ye selam çakarsın be cano. Hadi be. Yağmuuuur, yağm--
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

15 Temmuz 2011 Cuma

Film Manyağı

     Birkaç yazı önce Bağımlılığın Psikolojik Anatomisi'ni çıkartmıştım hatırlarsanız. Hatırlamıyorsanız da hatırlıyormuş gibi yapın da üzülmeyeyim lan eheh. Neyse işte benim de böyle bir psikolojik bağımlılığım var; film izlemek. Bir yandan da Johnny Depp izlemek. Fakat çoğunlukla film izlemek eheh. 

     Film, görsel ve işitsel olarak insanı içine içine çeken bir olgudur. Fakat eğer Star'ın - çok affedersiniz - Sikimsonik Film Kuşağı'ndan ise izlediğiniz film o sizin bütün algılarınıza tecavüz eden bir olguya dönüşür. O zaman insan film izlemeye küser. eheh. Siz takmayın mycans ( canlarım demek istedim, türkçe katili ergenospienslerin tarzıyla oh yeaaah. ) güzel film bulmak pek de zor değil. Reklam gibi olacak fakat imdb var. Eskiden Beyazperde vardı ama onu da katlettiler, öldürdüler. Puanlama sistemini 5 puan üzerinden değerlendirmeye aldılar ve canciğer kuzu sarmam Beyazperde oldu sana Sinemalar.Com ve Imdb çakması bir yer ühüüü. Yühüüü. Tüüüüğ. 


     Sonra seçtiğin filmi al Torrentcan'a, başka bir şey yok. O iner yavaş yavaş, sen uyurken bile iner, tuvaletteyken de iner, yemek yerken de, dışardayken de. Sen her türlü aktivite içerisindeyken o indirmekten vazgeçmez. Adam azimli, tıpkı azimle sıçan mermeri deler misali o da deliyor film korsanlığını eheh.


     İşte böyle, babam da ben de film manyağıyızdır. O iş yerindeki bilgisayardan indirir ben evdekilerden indiririm. Sonunda da manyak bir film arşivimiz oldu laaan. DivX'inden tut Bluray 1080p'ye kadar her filmin amudunakoyduk. Süperiz lan. Valla. Yerim torrent seni. 


     Film izleyin, izletin. Bunu böyle derim böyle bilirim. Taam mı?
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

11 Temmuz 2011 Pazartesi

İtiraf Complication Vol. 1

1- Şebnem Ferah'ın " Sen hiç hiç oldun mu? " sözü var ya hani, ben onu " Sen hiç çiş oldun mu? " sanırdım ciddi ciddi ve devamında gelen " Bulanıkmış berrakmış her suyu içtin mi? " sözünden mal mal tiksinirdim eheh.

2- " Allah'a ısmarladık " sözünü " alağas bağladık " sanırdım ve alağas ne diye düşünürdüm. Trajikomedi benden sorulur oluuum.

Sıhhatler olsun = Saatler olsun, bunları söylemeyeceğim canlarım onlar zaten herkesin doğuştan gelen yanlış anlaşılmaları.

3- Küçükken babamın patronuna gitmiş ve durduk yere " Sen kendini patronsun diye bir şey mi sanıyorsun? " demiştim ahahahaaa.

4- Küçükken annemle o " altın günü " muhabbetine gitmiştim, mutfakta yer taştı, halı falan da yoktu ve kendime su koyarken yere su dökmüştüm. Sonra bir teyze kayıp düşmüştü. Herkes bu su nasıl döküldü diye düşünürken, ben bir köşede yarı vicdan azaplı yarı içten kahkahalı bir şekilde oturuyordum. Hiç de çaktırmamıştım lan. Ama biri bana sorsaydı sıçayaromadımdım.

5- Bu arada kusura bakmayın arada pezevengia, amudanakalktık ve demin gördüğünüz gibi sıçayaromadımdım tarzı aptal sözcükleri türetmeyi severim.

6- İncir Reçeli'nde ağlamadım. İncir Reçeli'nin sözlerini paylaşmadım. Halil ön adlı sanatçının şarkılarını sosyal ağlarımda kaşar etmedim. Ben insan değilim ühüüü.

7- Hayatımda hiç bandrollü albüm almadım. Hep Johnny Depp misali korsancılık yaptım. Fakat Esin İris albümü çıkartsın, ilk bandrollü albümüm şerefine erişecek..

8- Annemin telefonundan kendi babamı arayacağım diye onun telefonunda kayıtlı olan " babam " ı aramış ve şöyle konuşmuştum: " Baba n'oluyor, sesin bir garip geliyor, iyi misin? " ahahahaa. İşin daha da komik ve bok tarafı dedem de bizde içerde salondaydı sdfasdhdsf.

9- Sakarların ilahıyımdır, fakat güzel tatlı yaparım canemler.

10- 1. sınıftayken gözlerim bozuk olduğundan çizilen çizgileri sonuna kadar çizemezdim. ( ühüler havada salto atar şu sıralar )


11- Memento, Leon ve Schindlers List'i bu yıl izledim, ezin beni tamaaam.

12- Ben küçükken çöp niyetine bizim evin penceresini kullanırdım. ( Çook kısa bir süreydi ama bu )

13- Ben ciddi anlamda bir film delisiyim, şu an vizyondaki 4 filme gittim.

14- Yeter ya sıkıldım. Complication 2 daha manyak gelir. Gelir bir gün elbet. Belki gelmez. Gelir lan. Sağım solum önüm arkam sobe, saklanmayan ebe. Yok o sağım solum belli olmazdı eheh. Çok mal bir espriydi biliyorum, zaten 14. maddeyi bu kadar uzatmamın sebebi itirafımın da arada salak salak espriler yapmak olduğuydu.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Seçici Gececil

     Yoldan geçen arabaların sesleri eşliğinde rüzgar.. Karanlığın kelimelerle yaptığı seremoni.. İzlediğim filmi beğenmemin sonucu salgılanan endorfin.. Bir de sessizliğin gürültüsü.. Daha ne olsun olum? Her şey var işte. Bir ben yokum bir de düşlediğim dünyanın kırıntıları. Yeaa şairane cümlelerim tamamiyle ölmemiş demek ki. Hala ufak bir ilham kırıntıları kıpırdanıyor demek parmak uçlarımda. 


     İlhamım bir gün bana koşarak geri gelse.. Ağır çekimde sarılırız falan. Kelimelerden yaşlar damlar ortalığa ve kağıt parçaları yağar başlarımıza. Bir müzik çalar arka fonda.. Dans ederiz ilhamımla, yanlışlıkla ayağına basarım falan - Ve devamında gelen noktalaar -


     Yalnız konudan öyle bir saptım ki şehir dışına çıktım geleceğim yere varana kadar, sapağı kaçırdım oluuuum. - Yalnız bir konu var mı lan? - İç ses kapa çeneni ben devam edeyim. Ben geceyi seviyorum be. Karanlığı seviyorum işte. Biraz garip gelecek ama bana huzur veriyor yahuu. Hele kulaklığımda müzik tıngırdanıyorsa. Oğ may gudnığs. Gececil Hayvan Canon O'Brien. Lakabını seviyorum dostoom. Ve onu senden çalmak istiyorum, cani bir hırsız gibi ni ha ha. Ama şuna bak daha iyisini buldum ' Seçici Gececil ' Haahh. Ne diyeceksin buna? Neyse saçmalamaya başladım, susuyorum canlarım. Korkup kaçmayınız. Mu ca a a akks.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

3 Temmuz 2011 Pazar

Torrent Varsa Hayat Güzel

     Mutluluğun resmini tasvir edemesem de mutluluğun programını sizlere söyleyebilirim: µTorrent. Veyahut Azerus Vuze. Yahu benden de tam bir reklamcı olur eheh. Sloganlarımı yirim ben. Neyse. Bu torrent denen dünya harikası sayesinde film arşivime filmler kattım, film arşivlerinin amudunakalktık! Affedersiniz tabirim ağır geldiyse öyle ama eheh. Fakat her şerde bir hayır olduğu gibi her hayırda da bir şer vardır öyle değil mi? Değilse de olsun lan bundan böyle eheh.

     Bazen bu can ciğerim kuzu sarmam torrentlerimin inme sürelerini 1 hafta olarak belirleyebiliyor. Abartıyor yani bildiğin hayvan. Eşler ve ortaklar çok olsa da millet o filmi indirmediği sürece, ben indirirken benim indirme sürem de uzatıkça uzuyor. Bazen sonlarına doğru indirme bile duruyor. Sonsuzluğa doğru depar atıyor yani bileceğiniz indirme süreleri. Adamlar beni başkalarına bağımlı yapıyor laaaan, tamam arşive arşiv kattık fakat yapmayın cancağızlarım böyle. Benim gibi sürekli indirme müşterisine böyle yapmayın eheh.

     Şimdi okuyan diyecek ki: Korsan lan bu! Yaptığın korsancılık kızaaam. Ya şimdi ben bir Johnny Depp gibi korsan olamadım; ama o filmi izledikten sonra işte deniyoruz be agacım, çaktırma bozma işte. Tamam iğrençti durun bir harakiri yapıp geleceğim. Git--tim beeeeen.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

1 Temmuz 2011 Cuma

Türkçe Katili Ergenospiensler

     Ergenospienslerin türlerinden biri de Türkçe Katilleri'dir. Bu zekicanlar alfabemizde dahi bulunmayan harfleri kullanarak kendilerini " havalı " mertebesine koyduklarını zanneden zavallı mahluklardır. Bunları homo sapienslikten bile men etmek lazım gelir ya, neyseeğ.

     Hehh işte bu türümüz Türkçe'nin ırzına geçmeye çalışmaktadırlar, onu iyiden iyiye sıkıştırmaktadır yani. Türkçe'nin ana babası yok mu ki şimdi onu koruyacak? Var tabi. Herkesin aslında içinde bir yerlere akın etmiştir o ana baba da insan gerizekalı olunca bunu bulamaz tabi ki. Türkçe de buralardan kaçıp kurtulmak istemiştir. Sonuç itibariyle onun da bir gururu var dimi hayvanlarım benim. İşte Türkçe ne kadar kaçmaya çalıştıysa yabancı sözcükler dilimizin kökenine o kadar hızlı bir şekilde girdiler. Ne kadar uzaklaştıysa buralardan gençlerin diksiyonu ve yazı dilindeki tarzları o derece yozlaştı. Buradan sana sesleniyorum Türkçe, seviyoruz olum biz seni terk edip gitme bizleri. Ergenospienslere bırakma bu sahaları.

    Bir de bahsettiğim türümüzden ayrı olarak bahsetmek istediğim ilginç bir durum daha var. Eskiden bağlaç olan -de ayrı yazılmıyor diye kıl oluyordum, var ya şimdi bağlaç olmayanı bile ayrı yazıyorlar. Valla bak. Utanmasalar or da diyecekler lan. Bu arada bendeniz tabii mikemmel türkçe konuşan bir kişilik değilim. Fakat şu anki durum itibariyle hiç de fena konuşmuyorum en azından, iyi de yazıyorum burası kesin. Gerisi sizin takdirinize.  
" Dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkumdur. " demiş dimi Atatürk? Siz sözde Atatürkçüler bu sözü, " Dilini kayhbetmiş bir milleT yoq olmaya mahqumdur. " diye yazarsanız, ya da daha da sıçarak içine yazarsanız ben de alır o sıçmığı size yediririm. Tamam lan iğrenç oldu. Neyse. Zaten etraf tarafından kabul görmek için konuşuyorsunuz, siyasi yorumlara yüzeysel dehanızla salça oluyorsunuz. Bari bir üslubunuz olarak yapın lan bunu. Usturuplu atın yane. Haydi ergenolar, sağlıcakla kalın.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »