30 Temmuz 2012 Pazartesi

En Büyük Sanık, Ayık Kafası

     Bir duble hayalin önüne meze olan gözyaşlarıyla beraber seyre dalınan manzaranın keyfine yardımcı oyuncu olarak katılarak dumanlarıyla eşlik eden bir dal sigara kadar hatrı yok bazısının. Bir kadehi dolduran üzümlerin ezilmiş gururunu toparlayacak kadar onuru kalmamış dudaklarının, sözcüklerini kaybetmiş cümleleri ağrısız. Ve tek bir kelime dişlerinin arasından dışarıya çıkabilmek için bağırmış. Konuşacak hali kalmamış yalansız ve ilk kelimesi de aynı teranenin içinde yuvarlanan bir toplu iğne başı kadar önemsiz bir hale gelmiş, bakınca yaşamına aslında o piç kurusu hayatta hep yedek oyuncudan sayılmış. O zaman azıcık dürüstlük dilenerek huzuru sayıklasın. Bu hikayedeki en büyük sanık, aslında ayık kafası.


     Zamanı ellerinde büyüten bir saatin hakkını helal etmesini istemek gibi bazen hayatın dillere destan hikayesindeki dilleri yakacak kişilerin dirayeti. Daha da derin, belki çoğu kişilerce sözcüklerin anlamlarına erişemeyeceği bir ülkedeki prenses halidir, ya da öldükten sonra değeri anlaşılacak bir sanatçının yazgısı kuluçlanmıştır kaderine ve içinde bulunduğu yerse, hiçliğin müzikal sahnesi. Neye inanıyorsanız o kişi onu affetsin; çünkü artık gittikçe uzaklara doğru ilerlerken el salladığı zahiri karakterlere ahiri bir tavırla takvimin kırılmış umutlarında zamanın sorumsuz bakışlarında ettiği vedanın hüznünü yüreğine serpip gitmesiyle tekrardan başa saran bütün hikayeye dönüp baktığında, bulamıyordu tek bir pişmanlık zerresi.


     İstediği kadar var desin, bazen sözcüklerle yokluğu giderilemeyecek şeylerle karşılaşacak hayatın seremonisinde. Görmek istemeyeceği, duymaya dayanamayacağı bir oyuna bileti kendi elleriyle alacak, kaybolacak bu hayatın aptal parodisinde. Ne gülerken zevkini çıkaracak hayatın ne de ağlarken hüznünü çekecek içine, zaman her tik atışında bir parça daha koparacak ondan ve imzasını bırakacak bedeninde. Bir biçim ver, her şeyin bir rüyadan ibaret olduğunu ya da gereksiz bir şaka yaptığını, tek bir parmak şıklatmasıyla her şeyin eski haline döneceğini göster! Çünkü zaman ilerlerken ardında hiçbir şey yapmadan beklemek, ciğerini avuçlamış bir kediden ona mundar demesini düşünmek kadar olanak dışı, idam sehpasındaki birine büyüyünce ne olmak istediğini sormak kadar mantıksız ya da güneşe karşı şemsiye açmaya çalışan bir karınca gibi acizce. 


     Bazen anlaşılmamak için nöbet tutar kelimeler klavyenin tuşlarında, hissedilerek akıp gider parmak uçlarında, içten bir melodi olup dans eder avuçlarında. Ve yazan kişiye hizmet eder sadece, çünkü bilir ki o hiçbir zaman bırakmayacaktır onları bir cami avlusunda. Hapşurduğunda "Çok yaşa." demekten aciz insanlar olduğunca, ben de olduğumda, sen de doğduğunda, klişelerle boğulduğunda, bunu anladığında, hayat aslında o kadar boyanmış olmuyor gözkapaklarında. Ama gerçeklik olgusu, sanıldığı kadar Polyanna'nın kaleminden yazılmıyor hayatın sayfalarına. Aslında her şey temelde, bir dal sigara ve bolca kahkahada.



Friends'ten bir sahne. Bir kahve.


Bir melodi, bir sahne.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

29 Temmuz 2012 Pazar

Zaman, Zamansız Geçiyor Bazen

     Bütün kelimelerin anlamlarından sıyrıldığı bir cümlede bön bön etrafına bakınan harflerin saçma kaderini omuzlarına sırtlamış gibi bir hali vardı. Zaman, zamansız geçmişti onun için. Her ne kadar pozitif düşünceleri zihnine entegre etmiş olsa da, bazen hayat onun düşüncelerinin ötesinde bir hal alıp bütün polyannacılığı çöpe atabiliyordu. Zaman avuçlarından kayıp giderken, o da fırsattan istifade paten yapma şansı bulmuş bir pengueni hayal ediyordu zihninde. Gözlerini kapatıp açtığında filmlerdeki gibi muzur bir gülümsemeyi dudaklarına yapıştırıp çözüm yolunu bulmayı umuyordu. Ya da içten içe gözlerini kapattığında bir daha açamamayı........


     Zaferleri, yenilgileri, hayalleri, kabusları... hepsi boş bir teneke kutuyu dolduramayacak kadar kısıtlı geliyordu gözüne. Yapacak o kadar çok şeyi vardı ki, hepsinden şimdi vazgeçmek acımasızlık olurdu. Hem kendisi için, hem de dünya ahiret bütün insanlık adına. Hayallerinde kendisi için küçük insanlık için büyük adımlar atma meylindeydi hanfendicancağızım.


     Her dakika farklı düşüncelerin esareti altına giriyordu. Aslında, kendisi öyle zannediyordu desek daha doğru olur. Alzheimerlı zihni daha fazla kaldıramıyordu hayatın bedelini. Bazen ölümden bahsetip etrafındakileri üzüyordu ehtiyar, bazense hala babasının yaşıyor olduğunu sanıp o hayale tutunduğu gibi çocuksu bir hali bindiriyordu ifadesine. Bazen 20 yılı yaşamamış gibi bir hali vardı, bazense hiç yaşamıyormuş gibi.... Aynı şeyleri belki de 30 defa söylüyordu; ama her seferinde aynı heyecanı barındırıyordu sözcüklerinde. Belki de bir daha ki söylediğinde fark edecekti, önceden de söylemişti, sonra bir daha söyleyecekti, belki söylemeyi bırakacaktı, belki kendini bırakacaktı......


     Zaman onun için zamansız geçmişti. Zamanın geçişini algılayabilecek halde değildi. Anıları onunla oynuyordu, hatırlarındaki geçişlerle kendini apayrı boyutlarda hissediyordu bazen. Belki de kendi Memento'sunu yaşıyordu. Ama tabi farklı şiddet seviyelerinde. 


     Hayat onun için yaşanılacak yer değildi artık; ama bunu fark edemeyecek kadar zayıf düşmüştü hafızası. Belki bazen aynaya baktığında gördüğü silüet karşısında hayretlerle dakikaların içinde boğuşuyordu; ama sorun değil nasılsa birkaç dakika sonra her şey unutulacaktı. Bazen ellerine baktığında kırışıklığına anlam veremiyordu belki, söyledikleri de pek anlaşılmıyordu zaten. Bastonuyla zar zor yürüyordu, elleri her daim buzullarda sıkışmış bir köpek yavrusu gibi titriyordu. Hayat ona çok şey sunmuştu belki; ama şimdi sadece hatırladığınca yaşıyordu. Bazen var gibiydi, çoğu zaman yoktu sanki. Bazen aldığı nefesin hakkını sonuna kadar veriyordu, çoğu zamansa aldıklarını hatırlamıyordu bile. Artık hayat onun için "suya yazı yazar gibi"ydi. Ama yine de her şeye rağmen gülümsüyordu ihtiyar. Belki her şeyin farkındaydı da, sadece çaktırmıyordu. Ve bütün düşünceleri yıkıyordu bir bakıma. Gülümsemek için bir sebebe ihtiyaç yoktur aslında, zaten gülümseyebildiğince mutlusundur bazen.


    - Bir tweetimle özetlemek gerekirse: "En büyük korkum yaşlı ve alzheimerlı olmak." -




Ben susayım da Şebnem konuşsun biraz da. 
Zaman Geçip Gidiyor : " http://fizy.com/#s/1aijbd "
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Afili Cümleler

     Kafamın içinde tepişen ördek yavrularına bir "DUR!" demek gerekiyor sanırım. Düşüncelerden düşüncelere, diyarlardan diyarlara doğru sek sek oynayan fikirlere bir "kaplumbağa tohumu" takmak gerekiyor herhalde. Susturmak gerekiyor kafamın içindeki dilinin tüyü bitemeyen kaynanayı. Bir yavaşlatıcı bulmak gerekiyor, bir durdurmak....


     Gözlerimi kapatınca önümde sanki Jack Sparrow belirecekmiş gibi hissetmeliyim. Ya da bir Simyacı triplerine girerek patlicanı buzdolabına koyup ondan dondurma elde etmeyi beklemeliyim. Sözcükleri gümüşten bir ayracın içinden akıtarak gerçekliğe doğru ilerlemeliyim. Belki de sadece Lana Del Rey dinlemeliyim. Düşüncemin tohumlarını birazcık keşleştirmek için. Kafa olmuş kelimeleri zihnimin en körelmiş noktalarına sokuşturmak için. Meditasyon yapıyormuş gibi, kendimi müziğin tatlı sularında bırakmak için. Belki de ruhsal yoga yapmak için. Ruhuma gıda niyetine bir "oooğm" yaptırmak için. Bacak bacak üstüne atıp sonra onları ayırmak için. Belki de hiçbiri için de değil. Sadece, gözlerimi kapattığımda karşımda Jack Sparrow olacağı için..........


     Görünen köyün kılavuzuna ihtiyaç duyulmayacak bir diyarın içine adımlar atmak tatlı bir tebessüm sebebi olabilirdi. Bütün kılavuzları büyük bir ateşin içine atıp yakmak iyi hissettirebilirdi, sanal olsalar dahi. Betimlemelerimi beti benzi atmış şahısların suratından çitelemek gibi aptal fantezilerin dahilindeki zihnim, ne yapması gerektiği konusunda hiçbir fikre sahip değil. PİYUF. Keşke sözcüksel efektler gerçeklere yansıma yapabilseydi. YEA. Keşkeli cümlelerin katlini ellerimle yapmak için, aforoz edilme işlemini harf-i diyarıma postaladım. Wait for it....


     Sözcükleri kimi anlamlarla sınırlandırmak istemiyorum bazen. Öyle kelimeler var ki, anlamından çok farklı şeyler hissettiriyor bana söylerken. Onları, kendi anlam denizimde yıkayarak öyle kurutup kullanmak geliyor içimden. Yapıyorum da çoğu zaman; fakat karşımdaki anlamadığındaysa sinirlenip bırakabiliyorum anında. Gereksizce. Bazen TDK ile kavga edesim geliyor. Sözcüklerin bana anımsattıklarıyla oradaki anlam alakasızca dolanıyor ortalıkta. Ağızda dağılan sözcüklere yüklenen gereksiz laf kalabalığına "hiyaaağ" efekti yardımıyla uçan tekme atasım geliyor. Adaletsizliğin adalelerini sıkmasıyla sinirlerim amuda kalkıp akrobasi hareketleriyle sert bir düşüş yapıp incitiyor bileğini. YAPMA BE.


     Sessizliğin içinden kendini dışarı atan bir çığlığın sanatsal üslubundan ya da kalabalığın içinde sükunetini koruyan birinin ezik gururundan yapılma bir temelde sallanmaktansa, ilahi öğeleri kendi öğünüme karıştırıp insanların önüne meze olarak sunmaktansa, kulaktan dolma bilgilerle kendime bir yol haritası çizip orada dolma sarmaktansa, her gün biraz kereviz biraz da patlican yerim daha iyi. - Yalnız, yazarken bile midemde bir hareketlenme hissettim. YOĞ, Beyza kusmayacaksın. -


     Sözcükleri domino taşları gibi dizerek oluşturduğum dünyaları yıkıp yeni yerler açıyorum kendime bazen. Nefes alacak halim kalmadıysa sorun etmiyorum, duman alıyorum ben de biraz o zaman. Zaman mefhumu yitik bir kadının ruh haline bürünüp ona göre davranasım geliyor bazen; ama zaman her iki türlü de akıp gidiyor zaten, kabul etsem de geçiyor, etmesem de. O zaman ben de sırıtık ifadeyi takındığım gibi suratıma, bozuk saatime taktığım pille beraber kabullenip bu gerçeği devam ediyorum yoluma. Filmlerdeki gibi afili cümlelerin ardına saklanmadan, sadece onların üstüne basarak.





Amy gideli de 1 yıl olmuş yalnız... Cidden zaman geçiyor, bir yandan geçirmeyi de iyi biliyor.
"You go back to her, and I go back to us....."
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

17 Temmuz 2012 Salı

Zihinsel Kütükler

     Bilek güreşi yaparken yanlışlıkla kanadını inciten bir penguenin acısını üzerine buz koyarak dindiremeyeceğin gibi, arabayla çarptığın yavru bir köpeğin ruhunu o tatlı karnını kaşıyarak geri getiremezsin. - Biraz canice bir başlangıç oldu sanırım. -


     Arkadaşlarıyla kör ebe oynarken aslında gerçekten kör olduğunu fark eden bir sincabın çaresizliğini ona güneş gözlüğü alarak geçiremeyeceğin gibi, kırılan bir kalbi üzerine çikolata yiyerek tamir edemeyebiliyorsun da işte bazen. - Ürkütücü bir başlangıçtan sonra, duygusallığa bağlanan, yine gereksiz bir girizgah oldu. AMAN! -


      Korsancılık oynarken burnunu arkadaşının gözüne sokan bir kılıçbalığının beceriksizliğini ona korsan bandı alarak uzaklara götüremeyeceğin gibi, geçip giden zamanı Indiano Jones'un halatıyla yakalayıp geçmiş günlere geri dönemezsin. - Bence, bu oldu gibi. Şu an göremiyorsunuz ama, aptal bir ifadeyi suratıma bindirip gözkırpmış olabilirim. Yani, bir ihtimal. -


     Bazen öyle insanlarla karşılaşıyorum ki, onlara içimden "Sen adamın görünmeyen dipsiz kuyususun." diyesim geliyor, aslında bu bir iltifat etme metodu; fakat pek iyi karşılandığı söylenemez. O nüansın ince topuklularını göremiyor bazen insanlar. Ben de platform topuklunun rahatlığını üzerime geçirip sadece umursamadan yürüyüp gidiyorum. Belki biraz acıdan ölüyorum; ama yine de bu işi halledebildiğimi düşünüyorum. Ve o anlama raddesinin sonunda, ayakkabıları ayağımdan çıkarttığım gibi rahatlama ifadesine bürünerek bir kahkaha patlatıyorum. Ardından bir "YİHİ" çığlığı falan da kopuyor olabilir. Bilemiyorum.


     Ön yargılarını aldırmış insanlara sıkıca sarılıp, "İyi ki geldin." demek istiyorum bazen. Sonra "Bu kürtaj sayılmaz, bunu da yasaklayamazlar herhalde!" diye düşünerek rahatlatıyorum kendimi. UF. "Hem zaten vajinayla ilgili değil, karışamazlar oraya." diyerek siyasetçi triplerine girip ülkenin acınası bir gerçeğini keşfetmiş bir edayla - Al Pacino'nun Scent of A Woman filmindeki kahkahasını, sanırım şöyleydi: - "HIAĞ" diyorum ve sonra bir helikopter dansıyla kendimi bırakıyorum klavyenin ortasına. - Helikopter dansı ne? derseniz. Ne bileyim ben ya? derim ben de. O yüzden, ŞŞŞŞ. - Sonra bütün siyasilere "snne be slk .s" diyesim geliyor; ama durduruyorum kendimi. Sanırım büyüyorum, ha?


     Her şeyi üst üste tıkıştırarak bir kenara bırakıp, ortalardan yoluma devam edebilmek isterdim. Ama yolun tek bir şeridini seçemediğimden dolayı hepsinden geçerek ilerliyorum, hem daha sağlıklı, yürüyüş oluyor bir kere. Yolun ortasında "yollu"larla karşılaşabiliyorum bazen. O zaman, onları bir Recep İvedik jargonuyla "Salih abiii, şunlara yolluk yapsana." diye uğurlayıp, geçiyorum yanlarından. Ya da daha elit bir şekilde, Donnie Darko'dan bir replik sunarak "Neden o aptal insan kostümünü giyiyorsun?" da diyebilirim tabi. TAMAAAM!


     Duvarda asılı duran durmuş olan bozuk saate bakıp, "Zamanı durdurmak aslında o kadar zor değil!" triplerine girerek, 5 dakikalığına bir filozofu oynayabilirim. Ya da elime bir kalemi alarak, onu asa niyetine saatin üzerine tutup sihirli kelimeler uydurabilirim. Ki, aslında bunu yapacak yaşı geride bırakalı yıllar olduğu bilincine vararak, böyle bir şey yapmaktan vazgeçip surat asabilirim. Ama zamanın kontrolünü bir anlık elde etmiş olmanın verdiği pissikopatça mutlulukla ekrana sırıtabilirim. Üst üste kırk bir kere "maaşallah" diyerek, bir "dua doping" acentesi açabilirim. Peki bana söyler misin; bu yazıyı daha saçmalamadan bitirmeli miyim? Sanırım, evet. 


     - Daha önce de söylediğim gibi, hatta ilerde torunlarıma atasözü diye öğretebileceğim bir kelime dizisi olan bu cümleyi, tekrar etmek istiyorum. ÖHÖM. Ön yargı ile öngörü aynı şey değil, zihinsel kütükler sizi! -


Her şeyi bir kenara bırakıp, iki satırlık müzik dinleyelim o zaman. Cansınız.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

15 Temmuz 2012 Pazar

Başlık : Saç

     Bazen sözcükler ne kadar bir araya gelirse gelsin anlatılmak istenen anlamı sunamazlar insana, farklı anlamların kollarına sırnaşarak söylenilmek istenen her şeyi bir kenara atıp sadece "aptalca" bir şeylere sebep olmak için uğraşırlar.... diye sıkıcı bir başlangıç cümlesinin devamında gelecek olan bunaltıcı cümle kalabalığından korkmayın! Çünkü; bu yazıyı yazan şahsımın parmakları ve kafamın içinde tepinmekte olan sözcükler buna izin vermeyecektir! "ÖĞ MAY HİĞRÖÖÖĞ." diye bağırıldığını duyuyorum alttan alta. "NOĞ GAYS, beni sizler MEYDlediniz." diye hemen tribe gelen hal ve tavrıma bir tokadı yapıştırarak yazıma başlıyorum sonra. Egosunu dövmeyen dilini döver, derler sonuçta. Aslında benim ikisini de falakaya yatırmam gerekir ya..... Neyse.


     Uzun metraj hayallerin uzun soluklu insanları adına! Hepinizi kutsal, ütopik, garip bir mekandaki çekilişten kazandığım klavye ile selamlıyorum ve fareyi ise omuzlarınıza dokundurarak kutsuyorum sizleri! Bir şövalye edasıyla, Kraliçe Elizabeth'in el sallamasıyla, kudretli bir sultanın dudak büzmüş vurdumduymazlığıyla sizleri sorunsuzluğun sorumluluğuna davet ediyorum. Çaktırmadan, kapıyı açık bırakmış ayağı yaparak içeri girmenize sebep oluyorum. İçten fesatlı bir pislik görünümü altındaki temiz kalbime, naif hislerime ve düşünceli tavrıma bir tebessüm ederek uğurluyorum onu ve karşınızda bendeniz ebzuuuğt bir post.


     Sözcükleri nasıl bir mantık silsilesinin etrafında sıralasam, nasıl bir düşünce öbeğinin öğeleri haline getirsem gibi gereksiz kuruntuların üzerinde dart oynamadığımdan dolayı, istersem bu yazıda "yüreğimi aya benzetebilirim" ya da birilerine burada "pazara kadar değil Fizan'a kadar" diye melodik içtenlik sunabilirim. Ama yapmayacağım; çünkü bunları yapamayacak kadar yorgun ve bitkin bir haldeyim. Zaten, Mustafa Sandal olmadığımdan dolayı bunları yapmama da bir gerek olduğunu düşünmüyorum, en iyisi salsa yapmak. ARİĞBA.


     Ne söylesem, neyi nasıl bir sözcük kalıbının içine aktararak iletsem, nasıl bir sözlü sanatı üslubuma karıştırarak gözlerinizi afilli bir anlatım tarzıyla boyasam diye bir gayem olmadığından dolayı, en saf halimle burada iki satırlık saçmalamaktan büyük mutluluk duyuyorum. Ve biliyor musunuz? Yazının bu kısmına kadar neyden bahsetmem gerektiğini bilmeden geldiğim gibi devamında da aynı tempoyu elimden bırakmayacağımı sizlere garanti edebilirim. AYY. Bazen çok düşünceli olabiliyorum. Biliyorum, biliyorum.


     Oradan buradan toplama fikirleri kendi düşünceleriymiş gibi kullanan insanlardan tiksiniyorum. Kendi mantıklarını, kendi beyinlerini kullanmaktan korkan insanlar için üzülüyorum da aslında bir yerde. Sürü psikolojisinin bok yiyen ağızları haline geliyorlar, en tepedeki üstlerine basarken onlar sadece bok yemekle yetiniyorlar. Ve bunu da, ilginçtir, iyi bir şekilde başarıyorlar. TANRIM! Onları bir hayvana benzettim ama söyleyemeeem, biliyorum, günah. PÜYF.


     HEY! Dışarıdaki işletmeciler! Sizler için de birkaç sözcük getirdim bu yazımda. Çoğu kişinin hislerine tercüman olacağımı biliyorum. O yüzden, bu önemli cümleyi beyinlerinize kazımanızı istiyorum. Kazı-kazan gibi olacak. Çünkü; karşılıklı kazanacağız. BENDEN ÇİŞİMİ YAPARKEN HORON TEPMEMİ Mİ BEKLİYORSUNUZ da zırt pırt sönüyor şu hareket sensörlü ışıklarınız? Nedir amacınız? Bu kadar mı cimrileştiniz de rahat rahat ışık altında çişimi yapamayacağım? Sizlere "Acayip heyvanlara benziyirsen" demek isterdim; ama içimdeki iyi tarafım bunu yapmamamı önerdi ve demokratik tarafımda bir seçim yaparak bunu onaydan geçirdi. VAY BE! "Büyük"lerin olamadığı kadar demokratikmişim demek. Ben de şu an fark ettim. Birazcık mükemmellikle harmanlanmış bir içsel sistemim var, biliyorum.


     - Tepside sunulmuş bir farkındalık gelmiyor ne yazık ki kimselere. Bazı şeylerin bilincine kendi çabalarınla varıyorsun ya hani, işte insanlar bu çabayı sarf etmekten kaçtıkları için bu bilince varmamayı seçiyorlar çoğu zaman. O zaman hepsine şunu söylemek istiyorum ben de; PAPİPAPİĞ PAPİÇULO! -




"Masum değiliz, hiçbirimiz." - Hey, ben de şarkı sözü paylaştım. Sanırım, içimdeki ergeni keşfe çıkıyorum. EVET. -
Şarkının Şebnem Ferah versiyonunu merak edenler varsa da, buyrunuz: http://fizy.com/#s/1ah3pr
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

11 Temmuz 2012 Çarşamba

Baş Ağrısı Çıkartması

     Bazen çok yoruluyorum, yaşamaktan, nefes almaktan, yerimden kalkıp tuvalete gitmekten, susuzluktan ölürken kendime kalkıp bir bardak su doldurmaktan.... Bazense çok şen, hareketli bir hatun olup çıkıyorum, peşime taktığım gibi birilerini saçmalıklar silsilesini sıralıyorum, konuşmaktan kendimi alamıyorum, kahkahalarla süslüyorum günümü, saatlerimi, saliselerimi, bütün anlarımı.... Bazen baş ağrısından yerinde duramayan biri olup çıkıyorum, yüzüm düşüyor, kafamın içinde tepinen sincaplara küfür etmekten kendimi alamıyorum. Bazense, çok aksi biri olabiliyorum. Tek bir kıvılcımdan dünyaları yakabiliyorum. Öfke patlamalarını insanların suratlarına "dikşaağn" efektiyle yayabiliyorum. Bazense çok tatlı biri oluyorum... ama bunlardan bahsetmeye ne gerek var ki? STOP HERE BEYBİ. Ama sizlere şunu söylemek istiyorum: BAŞIM ÇOK AĞRIYOR BE! ÖLÜYOM BEN YA.


     İki duble hayalin içine sıkıştırılmış yudumluk heveslerin peşinden gitmedikçe tadını alamazsın yaşamın. Rüzgarla birlikte samba yapmadan sevemezsin kimi şarkıları. Karanlıkta kalma korkusu yaşamadan çıkamazsın aydınlığa. Ya da, mantarı tatmadan ulaşamazsın mantıya.... Uykusuz kalmadan anlayamazsın uyumanın değerini. Düşmeden yere, kalkmayı da öğrenemezsin, direnmeyi de. Parçalamadan dizlerini bisiklete binemezsin. Ayvaları tatmadan elmaların değerini bilemezsin. Kırılmadan, kıramazsın kimseyi. Kabuğunu açmadan yiyemezsin çekirdeği.... Ve terk edilmeden, terk etmeyi de öğrenemezsin.


     İki yudum şarap içmeden yazar triplerine giremezsin. Kendinden kaçmaya çalışsan da pek uzağa gidemezsin. Poponu kaldırmadan o kumandaya bir türlü erişemezsin..... Ve ne kadar konuşursan konuş, bazen kimseyi ikna edemezsin.


     İki gram sevmeden tonlarca sevilemezsin. Bazen hayvanlaşmadan insanlığını gösteremezsin. İki kelime etmeden, kimsenin seni anlamasını bekleyemezsin. Ve kokoreçi daha tatmadan "O ne iğrenç şey!" diyemezsin! Kaybetmeden, bulmayı bekleyemezsin....


     İki satır okumadan bilgi edinemezsin. Hazırdan tüketerek bu hayatta "Bir bok oldum." diyemezsin. Bir şeylerin üstüne gitmeden gerçekleşmesini bekleyemezsin. Gollum olmadan Frodo olmayı bekleyemezsin! Kalmayı öğrenemeden, bir türlü gidemezsin.


     İki tutam sevgi katmadan içine, yeşertemezsin umutlarını. Ellerini kirletmeden bazen temizlenemezsin. İki adım atmadan sana koşulmasını bekleyemezsin. Bazen de işte, baş ağrısından ölmeden böyle gereksiz sözcükleri sarf etmeyi beceremezsin. Ayriyetten, "azimle sıçmadan mermeri delemezsin...."




Böyle sesim olsun, bütün gün şişman gezmeye razıyım. - Ki olmadığını nerden biliyorsunuz ki? asdfg - ŞAKA ŞAKA! Adele de tatlı kadın şimdi, laf etmiyorum.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

8 Temmuz 2012 Pazar

Bir Geldim, Sonra Yine Geldim

     Somut ifadelerle soyut tabirlerin altını üstüne getirmeye geldim. Bir taraftan esen rüzgarın esintisine kendime has figürlerimle eşlik etmeye geldim. BEN GELDİM! Bir parça sigara kokusu sinmiş üzerime, hafiften de bir terlemişim sanırım. Ama yine de, utanmadan "gözlerinizden süzülen sözcük canavarı" olmaya geldim. Sizlere de bir parça huzur, bir tutam esenlik getirdim. Sevgilerimi, klavyeye bağlayıp blog sayfasından suratınıza akıtmaya geldim. Sözcüklerimden hediye paketi niyetine keyifler getirdim, keyfinizi de kahyanıza sarkıntılık etmesin diye gizledim. Sessizliğin kenarlarına iliklenmiş heyecan olmaya geldim. Herkese mutluluk getirdim, tanesi kuruş hesabıyla 10 hayale denk gelecek cinsten. Suratınızda anlık bir tebessüm olmaya geldim. O yıllardır hayalini kurduğunuz şeyin, bir anlık gerçekleşmiş olduğu hissini sizlere yaşatmaya geldim. BEN GELDİM LAN! Belki de ilk defa, ya da farkında olmadan milyonuncu kez kendimden çok sizler için klavyenin başına geçtim. Ve, sizler için, sadece sizler için, söyleyecek 1 çift lafım dahi olmasa da, bir şeyler söylemeye geldim. Çünkü; bu kez farklı bir düşünce sisteminin etrafında kulaç atmaya başladı sözcüklerim. Bu defa, farklı bir mantık silsilesinin galeyanına geldi zihnim. Ve bu defa, yazma konusundaki her şeyi bir kenara bırakarak, sadece klavyenin "tık tık" seslerini dinlemek için geldim ya da belki de sırf bir şeyler söylemek için. Belki de yine bencilce yanaştım sayfalara. Ya da, hiç olmadığım kadar, tanımadığım sizler için, sizlerin de tanımadığı bu şahsım adına, iki dakikalığına "huzur pıtırcığı" olmaya geldim. 


     Tanımasam da sizleri, görmesem de çoğunuzun yüzlerini, hiç konuşmamış olsak da, hiç konuşmayacak olsak da belki, belki de hiç yüz yüze gelemeyecek olsak da, sizleri sevdiğimi söylemeye geldim. Ve bugün bütün dertlerinizi bir kenara bırakarak güzel bir gün geçirmenizi dilemeye geldim. Ve sanki, ben söylemesem, aklınızın ucundan hiç geçmeyecekmiş gibi "Kendinize iyi bakın!" demeye geldim. Cansınız. - Ve bu cümleleri tamamen ayık kafayla yazdım, sanırım cidden KAFFAYI YEDİM. -


     Peki, bunca vaad dolu bir giriş yaptıktan sonra, tıpkı siyasilerin tavırlarına benzeyen bunca sözcük kalabalığını siz okumaya üşenmeyen sayın okurlarımın suratına suratına yansıttıktan sonra, bunları nasıl yapacağımdan bahsetmem gerekiyor sanırım. Ve yazının bu kısımlarına geldikçe, ritmin hafiften aksadığını hissetmeye başlıyorum. Sözcükler, yavaş yavaş benden çıkmaya başlıyor. "Ben" maskesi altında, aslında "sen" kaleme alıyorsun bundan sonra yazının devamını. Çünkü; iki saattir söylediklerimin aslında zırvadan başka bir şey olmadığını anlıyorsun. Ama yine de bir tebessüm ediyorsun sonunda, biliyorum yani, hissediyorum yazarken - zaten etmeyeni dövüyorlarmış, öyle duydum, "klavye muhafızları falan yaniiiğ." - ve bu da zaten benim bütün vaatlerime gerçekleşme imkanı sunuyor. Ve o tebessümü, 0,2 saniyeden fazla yüzünde tutturmayı başarmışsam - ki pek zor olduğunu sanmıyorum - ben de bir kahkaha patlatarak, seni selamlıyorum. 


Not yazarak açıklamazsam, ölürüüüm: Ben geçenlerde yanlışlıkla blogu sildim. Öyle bir ağırlık, öyle bir küfür kalabalığı, öyle bir acizlik, öyle bir duygu karmaşası çullandı ki üzerime o birkaç dakikalık arada, bu hissi sizlere anlatma imkanım ırkçılığın dünyadan tamamen silinme ihtimalinden bile az belki... Tamam, "Impossible is nothing." diye bir gerçeküstücülük var; ama işte bazı durumlarda "İmkansız, sadece imkansız." olarak kalabiliyor. O yüzden, anlatmaya pek kasmadan şunları söylemek istiyorum. Ben buraları çok seviyorum. Okumayı. Okunmayı. Belki biraz bencilce, belki biraz sinsice, belki de biraz sevgiyle, sana şunu söylemek istiyorum blog; İYİ Kİ VARSIN! Blog silme diye bir olay da yokmuş, ana sayfaya yedekleniyormuş. Hey kuşumun gagasındaki yemin o tatlı görüntüsü adına! Ne güzel şeysin sen Blogspot.


Minik bir notumsu daha: Bundan aylaaar öncesinde, hatta geçen yaz belki, The Kite Runner faciasını izlediğim gece - ahahaha - blogumu açtığımda kapandığına dair sinyaller veriyordu. Sinyal değil, direk suratıma çarpıyordu daha doğrusu. Sonrasında, Google ekibine attığım maille gelen özür mesajı eşliğinde bloguma kavuşmuştum......... Bu da, öyle bir anı işte. 


Bir de şu an fark ettim, blogu açalı 1 yıl 1 ay olmuş yahu. OHANESTİŞEFTALİNİYETİNEİÇİLENFUSETEA adına! Çok dikkatliyimdir. 




Ve sizlere "Where were you?" demeye geldim. Kulaklarınızın pasına da söyleyin; artık orada pek fazla barınamayacak da şimdiden tasını tarağını toplayıp, iki dirhem bir çekirdek halde zorluk çıkartmadan yavaşça sıyrılsın oralardan. Çok tatlı, yerim.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

5 Temmuz 2012 Perşembe

Mim Vol. 21

İlginç, megaloman bir mime hep beraber konuk oyunculuk yapalım efenimmm. Mimin konusu çok basit; sizi mimleyen kişileri tek kelime ile ifade ediyorsunuz. Sizin için değerini. Sizin için ne ifade ettiğini. "Kimsin sen ya?" derler ya hani, bu da "Kimim ben ya senin gözünde?" tarzı bir şeyin dışa vurumu diyebiliriz. Evet. Kesinlikle. Ve beni mimleyen, semmma, Biricit, deeptone'u ve Depresif Polyanna'yı kendimce nitelendireceğim. Ve starting baby. 


Ve sonradan fark ettim bozbek de mimlemiş beni. Birkaç gün rötarlı olacak; ama onun hakkında da 2-3 şey tıklatacağım klavyemde.


Biricit: Çok tatlı birisi bence. Sempatik. Ama bence, çok kırılgan bir yapıya sahip kendisi. Yaşının kadını değil, fazlasıyla genç. Zaten anlamadığım, bence 30 yaş da yaşlı değildir ki. Hani, Dante gibi ortalarına bile gelmeden ömrün, nedir ki bu 30 yaşı yaşlı bulma sendromları? Anlamıyorum ki canım! Çok şekersin, umarım hayatın boyunca mutlu olsun diyorum. Ve, Kuulumsu'nun da dediği o tek kelimeyi yazmadan geçemiyorum: "Evlenecek!" ehehe.


semmma: Hatun bildiğin post canavarı yahu. Ana sayfamın daimi misafiri. Üsluben samimi, hoş ifadelerle süslüyor gözlerimi. Komik biri. Sözlüğün aktif belki nadir üyelerinden biri. - Ben ise, aktif ol-a-mayan diğer üyelerden biri. - Ama tek bir kelimeye sıkıştırmak gerekirse eğer... Oğlum, ben tek kelimeye sıkıştıramam ya. Bu cümleleri toplayın siz tek bir kelime yapın zihninizde, aynı şey.


deeptone: Bir post canavarı da kendisi. Fazlasıyla kadın gözünden kaleme alıyor yazılarını, hani çoğu erkeğin kolay bir şekilde yapamayacağı biçimde. Ve sanırım bu da onu iyi bir kalem haline getiriyor. Dikkatli okurlardan. Hoş üsluplulardan. Bazen sırıttırıyor yazılarıyla. İyi ki var.


Depresif Polyanna: Gittikçe üslubunun tatlılığına kapılmaya başladım. Ama fazla depresif. Bir gün içindeki Polyanna'yı keşfetmesini umuyorum. Onun haricinde, yazılarını okumak büyük keyif benim için.


bozbek: Kendisini çok yeni keşfettim. Cidden, fazlasıyla yeni. 1 hafta olmadı belki bloguna uğrayalı. Fakat; üslubuna şimdiden bittim. Sözcükleri kullanış stilini pek bir beğendim. Kanım ısındı bloguna - belki de sıcakkanlı varlıklar olmamızdan, bilemedim. - fakat oldukça karamsar bir yapıya sahip sanıyorum ki. Ama güzel. Ama karamsar. - Ya da benim okuduklarım şansa öyle çıktı, dediğim gibi yeni tanıdığımdan bilemiyorum pek. - İçindeki yazma isteğini hiç yitirmez umarım. Takipteyiz.


Diyorum ve burada sonlandırıyorum bu mimi. 24 saat olmadan yazdığım 3. mim yazısı bu. Ve sanırım, yavaşça bitirmeye başladım mimleri. Bilmiyorum; ama realist bir pencereden göz kırparsak bu konuya "BİTMEYECEK!" 


O zaman, ben de birilerini mimleyerek Egomanya'da iki sek sek oynamak istiyorum. ÖHÖM! Ve mimlediklerim hakkında benim de söyleyecek iki çift lafım var! Konsepti değiştirerek, mimlediklerimi de yorumlayacağım ben.


Kuulumsu Kadın: Yani, herhalde blog dünyasında tanıdığım en tatlı insanlardan birisi kendisi. Ya, o nasıl bir yazım tarzı, o nasıl bir şekerliktir blogundaki? Kendisi de çok iyi birisi, bence. Konsepti üzerine bildiğin "böğürtlen" yaaağ! Bütün poztif özellikleri toplamış üzerine, sanırım görünmez bir "olumluluk mıknatısı" yapışmış tenine. Güldürüyor, güldürürken düşündürüyor, güldürürken bütün düşüncelerden arındırıyor... ve türevlerini yapabiliyor. O bir ruh teknisyeni! O bir kuul bir kalem! O bir "o bir"lerin en iyisi. Her yazısını itinayla okuduğum sayılı kişilerden - ki gerçekten fazlasıyla sayılı, sayısını belli etmek istemiyorum ama cidden sayılı - kendisi. VUU!


Black Swan: Ve, blog dünyasındaki öbür tatlı insana geldik şimdi. İlk takip ettiğim 2 kişiden biri. Hangisi ilkti ama, hatırlamıyorum. Mimlemekten usanmadığım biridir kendileri. Adını her gördüğümde aklımda Natalie Portman fişekleniyor, itiraf edeyim buradan da. Okumaktan bıkmam, okutmaktan bıkmaz... Öyle bir şeyler işte.


Devbirkedi: Var ya, "Herkesin kesinlikle okuması gereken biri!" diyebileceğim 3-5 kişiden biridir kendisi. Nerdeyse onun da her yazısını okurum. Ve, anlatım tarzına, o betimlemelerindeki tatlılığa, o orijinal üslubuna bitiyorum. 2 kişi için "Kitap çıkartsa mükemmel olur!" diyorum biri devbirkedi hatun ve diğeri de:


Selin Eski"Herkesin kesinlikle okuması gereken biri!" diğebileceğim 2-4 kişiden biri kendisi. Hikayeleri, anlatım tarzı. Ne bileyim, benim hoşuma gidiyor ya. Ciddi bir yazar klavyesi var kendisinde. Umarım bir gün değerlendirir. Ki, değerlendirecek!


dayatmalarda kayboluş: Hem hikayeperest hem sosyal mesajcı hem... Her şeyin toplandığı güzel bir blog. Bakılası, girilip okunası ve daha neler neler.


Men de boor: Blogu ile pek ilgilenmiyor bu aralar. Hatta, nerdeyse hiç ilgilenmiyor desem abartmam! Benim sanatımı anlayan, saçmalamanın sanat olduğunu kavrayan nadir kişilerden biri. Mutlu etti beni! Blogunu çok ciddi bir kalemle ele almıyor ama, gayet de halkın dili, sade üsluplu, hoş bir tad. Okuyun.


Veee, 2 kişi daha var hakkındaki düşüncelerimi yazmak istediğim. İkisi de bu mimi yapmaz biliyorum; ama ben yine de söyleyeceğim. Yapsınlar diye değil, bilsinler diye.


Seyirci Koltugu: Blog dünyasında ilk takip ettiğim kişi sanırım, ya black swan ya o tam hatırlamıyorum. Ve "İyi ki de takip etmişim." dediğim biri. Belki filmlere karşı düşkünlüğümden dolayı objektif yorumlayamıyorumdur; ama yok bütün film yorumlarını alıp odama poster yapabilirim. ahahaha. Tamam, abarttım belki biraz ama blogunu seviyorum cidden. Az film seyretmeme vesile olmadı, The Kite Runner fiyaskosu hariç hepsi de başarılıydı. ehehe. Sırf blogu değil, kendisi de candır.


Bir Zamanlar Sinema: Cidden, tamı tamına bir sinema blogu bence. İstatistiksel verilerle olsun, yaptığı listelemelerle olsun, güldüren parodileriyle olsun... Ne bileyim, bütün yazılarıyla olsun, süper! "İyi ki de takip etmişim." dediğim diğer kişilerden biri. Herkes okumalı. Çünkü, cidden yararlı. Sinemaya dair bilgilerime bilgi kattı. Bir Kenan Doğulu şarkısı gibi "SÜPER SÜPER!"

Hohh. Bu kadar. Yeter. Çok yazdım. Susmalıyım. Durdurmalıyım.





O zaman bir Lana Del Rey, iyi gider. Çalkalamadan dinlemeyin!

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

Mim Vol. 20

Kuulumsu Kadın imzalı mimleri yapmayı özlemişim valla, ne yalan söyleyim. Bu sefer sırf altında imzası yok, pissikopat hatun bütün anlaşmayı kendi başına maddelendirip sunmuş önümüze, vay sokaktaki köpeğin güzel kaşları adına! Çok da hoş bir konu etrafında taklalar attıran bir mim olmuş. Ardından Biricit de, artık mimlemeden bıkmayışıyla bir mimlemiş beni, ikisine de teşekkürleri altın klavyede sunuyorum. Süpersiniz.


" Mutluluğun resmini çizemem belki amma, postunu yazabilirim azizim." diyor Kuul'lu Hatun. Mutluluğun resmini bile çizerim sen iste ki, diyorum ben de ve mükemmel ressamlık yeteneğimle size mutluluğun resmini çiziktiriyorum. Ve inanır mısınız, hiç üşenmedim. Bu nasıl mümkün olabilir? Oldu valla.



Tam bir hyperrealistim biliyorum. YA! Jack Saparrow görse bu halini, kendine aşık olurdu eminim. Süperim! Vua! Neyse, mime başlayalım o halde. 


İTİRAF: Ben bu resmi çizerken çok eğlendim yahu. ahahaha.

Bağıra bağıra şarkılar söylemek sesimin hesabını yapmadan, insanları deli edercesine. Mutlu ediyor beni. "Sus lan artık." naraları eşliğinde, kendimi şarkıya kaptırmış bir şekilde, "Yürü be içimdeki Amy!" tripleriyle mükemmel sesimi yansıtmak insanlara, aslında bir lütuf onlar için, onlar anlamaktan aciz kalmış zavallılar!!!1!!1 - Tribe girdim, açılıııın. -


Delicesine kahkahalarla çınlattığım insanlarla takılmak. Her saniye bir kahkaha tufanına doluştuğum, can parçası, kadim insanlarla takılmak. Geveze bir insan olmamdan mütevellit, aslında karşımdaki kim olursa olsun, ben bir kahkahayı patlatırım, kaçarı yok. Ama içten, derinden güldüklerim, ayrıdır ayrı.


Kitap yazmak. Düşüncesi bile sağdan soldan mutlulukların kapısını açmama yetiyor. Abiiii, düşünsenize, giriyorsunuz bir kitapçıya. "En Yeni Çıkan Kitaplar" adı altında bir Beyza Mollaahmetoğlu. "Hihohatektaaak" diye saçma gülüş efektlerine sebep olacak bir olay. Zaten olacak bir olay. See yaa!


Bir parça çikolatanın 40 dakikalık endorfini var derler. Endorfin de burada "mutluluk hormonu" mahiyetinde. Daha fazla açıklama gereğini duymuyorum.


John Christopher Depp. Filmini seyretmek, mutluluk deposu. Zaten mükemmel çizimimle, yukarıda görmeniz mümkün.


Film seyretmek, kitap okumak, sergi dolaşmak gibi kültürel etkinlikler, çok elitim ya hani, o yüzden çok mutlu ediyor beni. Bir kere "Haftada 3 kere sergiye gitmeden" yaşayamam ben! Yok, bünye alışmış bir kere. Hani belki develenmeden yaşarım ama sergisiz, asla! YAAH! Şaka bir yana, kitap okumaktır, film seyretmektir benim için ayrı bir zevk. "Sigaram olsun, kitabım olsun, bir de çayım olsun bana bir şey olmaz." felsefesini boşuna kurmamışım ben. Evet dostlarım. Kitap okumaktan zevk almayan, film izlemekten pek hazzetmeyen insanlar da benim gözümde yaşamayı bilmeyen orklardır! Düşünün, "ork"lar lan! ORK!


Blog yazmak. Bildiğin mutlu ediyor kereta. Sözcüklerden inşa ettiğim dünyalara baktığımda mutlu oluyorum. Hatta bazen, bazı yazdığım yazıları nasıl yazdığımı ben de anlamıyorum. Bunu sizlere bir tweetimle açıklamak istiyorum. "Bazen öyle şeyler yazıyorum ki, sonrasında geri dönüp baktığımda "Hangi kafada yazmışım ben bunları" kafasına bürünüyorum. Ne KAFAYIM BE!" ahahahaa.


"Katina'nın elinde sigarası, içemeeeez ah içemeez." Oh. Mis. Pitis. Daha ne olsun? 


Fal bakamadığım halde falcı triplerine girmek. O fincanı elime almak böyle, şekilleri zihnimde bir şeylerle bağdaştırarak "Bak datlum, 3 vakte kadar gibi gözüken yolun sana fake atıyor aslında 1 vakte kadar bitecek. Sen takma kafana, yürü, bastır, yaparsın, süpersin, mükemmelsin!" türevi şeyler söylerek, bir kahin triplerine girmek falan. "OHA! Valla doğru." diye bir şey söylerse hele karşımdaki, offf, o zaman "Beyza bulutların ardında bir yerlerde uçan süpürgesiyle seyrediyor yıldızları." diyebilirsiniz. PIR!


Simyacı tripleri. Parantez içinde: Kitap etkiledi de biraz. Aslında bu herkeste var. "Alıp başını uzaklara gitmek, kalbinin sesini dinleyerek kendi yolunu çizmek." falan. Bir gün gerçekleşecek efenimm. Alıp başımı gitmezsem, bu başı vurun! "Vurun kellesini" tarzı değil ama tabi.

Yemek yemek. Ya mükemmel bir şey. Yemek dediğim aslında, yiyecek bütün şeyler. Tatlı olur, cips olur, kek olur ne bileyim çekirdek olur her şey olur. - Patlican, kereviz falan olmaz ama. I ıııh. - Yemek, mükemmel bir şey. "Ye, iç, sıç" felsefisini kullananlara hak vermemek de elde değil haniiiğ.


Köpek sahibesi olmak. İlerde gerçekleştireceğim hadise. Çok şekerler yahu şıpıdıklar. Yerim onları. OY!


Uyumak. Bu yıl hasret kaldığım, güne mutlu başlama sebebi. Bir de, ben uykusunu almadığında biraz huysuz bir insan olabiliyorum da. Ama çok tatlıyımdır, istisnai bir durumun kısa süreli vadesidir o!


Saçmalamak. Dibine kadar. Sadece kelimelerle değil, hal, hareket ve tavırlarına da bunu geçirerek. Ama dozunda. Saçmalamanın da bir mantığa eriştiği yerler vardır. Ama sözcüksel olarak daha bir hoş. Hareketlerime yansıttığımda dozunu tutturamıyorum çünkü. ahaha. "İlahi ben" ya!

Bir de şuralarda olmak, mutluluk sebebi olabilirdi.


Venedik


Yalnııız, falımda da Paris çıkmıştı he.

Londra


asdgashaklsdfsd


Ne bileyim, bu kadar geldi aklıma.

Mimleme hususuna parmak basarsak, yapmayan birini buldum ben!

BLACK SWAN - Bayadır mimlemiyorum diye, mimlemelerimden kurtulduğunu sanma! hihohah.
Bir de devbirkedi cik  Yazılarını ayrı bir seviyorum ya. Hatun çok tatlı bir üslup sahibesi. Herkes okumalı.
Ve de, şimdi keşfime nail oldu, Düşişleribakanı da yapmamış bu mimi. Onu da alalım buraya. Evvet.

Bir de "Oh lala Oh lala Oh lala laaağ, Passaparola ekranlarda!" demek istedim.

Bu kadar.

Anaaaam! Aklıma baya baya bir zaman önce yazdığım bir post geldi. Dur, hemen linkleyelim. "Mutluluğun Resmi" : http://sacmalamakdabirsanattir.blogspot.com/2011/07/mutlulugun-resmi.html - Ya bu kaddar olur. Sanırım "Blog tesadüfleri sever."
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Mim Vol. 19

     Panik dolu bir kalabalığın içine dalıp "Açılın, ben sanatçıyım!" diyerek saçma tavırlarımı insanların suratına püskürtmek isterdim. Bir umut da olurdum belki, dertlerine çare elimde kalemim, defterim ve kelimelerden akıttığım hayal gücüm ile. Bilinmez. Ya da, ölümlerden ölümlere yuvarlanmamı sağlayan güneş ışınlarını rahmetli Voldemort'un suratına geçirmek güzel olabilirdi, ne bileyim? Bir süper kahraman olup insanların suratına "Ne kadar süperim, bak!" demek falan. - Ki, süper kahraman olmasam da bunu yapmadığım söylenemez. Bencil değilim; ama hafiften megalomanlık var ruhumda. - 


     "Why so serious?" gibi bir felsefe edinerek, " 'bazen ciddi' çoğu zaman ciddiyetten uzak " konseptimdeki, tırnak işaretli kısmı alaşağı etmek isterdim. Çünkü; ciddiyetin yok edildiği yerde, tahta saçma tebessümler geçer. Yani, mutluluğun formülü çok açık evet. Bir ben, bir sen bir de ciddi tavırlardan arınmış bedenlerimiz.


     Eskiden, eskiler, çok mazilerden gelen sözcüklerle, verdikleri tavsiyelerle ve virgüllerin ardına gizlenmiş habersiz sözcüklerle, kendilerini, çok bilgili sandıkları bu evrende tabii tutuldukları sınavı geçememenin vermiş olduğu iç burkucu hayal kırıklığıyla, saldırdıkları sokakları, öldürdükleri egoları ve yavaşça katlettikleri insanlıklarıyla, karşımızda, başımızda, başımın üstünde yeri olmasa da oralarda bir yerlerde takılan, hayvansı insanlar, kadınsı adamlar, tokumsu karınlar olmuşlardır. - Evet, söylenilmek istenen çok açık. KAFAM İYİ DEĞİL! - Aslında düşününce o kadar da anlamsız sayılmaz söylediklerim. Sadece, kendini çok bir şey zannederken hayatı boyunca hiçbir şey olamayan insanların karşıma geçip "bıdı bıdı" konuşmalarına tepki mahiyetinde de olabilir. Evet evet, kesinlikle bu.


     Silmeden, silgi kullanmadan, sözcük hesabı yapmadan, sadece yazmak için tıklatmak klavyeye o kadar rahatlatıcı ki aslında. Zaten çoğunlukla yazarken bu taktiği uygularım sözcük avlamalarımda. Ve bu mimi Beyaz Sayfa yanlışım yoksa 2 ay önce bırakmıştı avuçlarımda. Ve şimdi yeşerttim ben onu, utanarak, bunca zamandır yapmamış olmanın verdiği haylaz çocuk tavrıyla, özür dileyememenin verdiği o utangaç çocuk edalarıyla, sonlandırıyorum yazımı. Ve, teşekkür ediyorum. Ben hariç herkes yaptığından dolayı, doğal olaraktan. Kimseyi mimleme zahmetine girişmiyorum. Ve hortlattığım bir mimle yeniden, hepinize selamlar.


AAA! STOP HERE! Kuulumsu Kadın var tabi. O her zaman var. Her hortlattığım mimde onun adını büyük bir mutlulukla yazacağım. Yapmamıştı. Yapmamıştır. Öyle tahmin ediyorum. Yapsa zaten, yorum atmış olurdum. O yüzden, öpücükler eşliğinde seni mimliyorum Kuul'lu hatun. Kolaylar başına üşüşsün. Heh.


Sanırım, Aylak da mimlemişti beni. Ama tabi BLOGU KAPALI OLDUĞUNDAN TEYİT EDEMİYORUM! Başka mimleyen de varsa, inanın hatırlamıyorum, üzgünüm.


Ve ben anladım ki, bütün o biriken mimleri yapamayacağım. Hep, ütopik hayallerin peşinden sek sek oynamışım demek ki. Yine üzgünüm. Çok üzgünüm bu yazıda. Ağıtlar çıkarıp, zılgıt atacağım. - Zılgıtı doğru yazdığımdan emin değilim; ama anladınız... siz.... iz..... zzzzz.... -



Hep beraber nostalji yapsak ya. OFF. Eskiden çok severdim be. Hala da severim aslında. Sevilmez mi ki yahu?
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

3 Temmuz 2012 Salı

40 Akıllıyı Peşinden Sürükleyen Deli

     Ağlak bir ruh halinin umarsız terbiyecisi olmadığımdan dolayı öncelikle büyük ele çakmak istiyorum. Yani, soyutsal ifadelerle tabi. Hayatı bir Karadeniz şivesi gibi "nalet" görmediğimden ötürü tebessümü yayabilirim suratıma, garip bir şekilde, istediğim hoyratlıkla. Bir kelime denizine atlayarak intihar edebilirim ve böylece reenkarne olarak bir kelimeperest olarak adım atabilirim dünyaya. "Hey sen! Kafasının içindekiyle kalçasındaki kılları birbirine karıştıran öküz insan! Ünlem işaretlerimden anladığınca sinirlenmişim ben galiba! Birazcık, aklını kullanabilir misin rica etsem? Yani, aslında çok tatlı bir şey, ah bir bilsen." bile diyesim gelmiyor etrafımdaki gerizekalı dümbelek tavırlılara. Umur denen şey bir isim sadece içimde. Çünkü UMRUMDA DEĞİLSİNİZ! - Hey, ergenlikten çıkamayan cümlelerime aldırış etmeyin. "He" deyip geçiniz, "hı hıı" falan. -


     Delilerin içindeki tek akıllı olmaktansa, 40 akıllıyı peşinden sürükleyen bir deli olmayı tercih ederim. Ama ben, ikisi de değilim. Çünkü ben bir taraflara sıkıştırılamayacak kadar taşıp gitmişim bu hayatta, pehhh, ne kadar dağınık bir kişiliğe sahibim. Olmaz ki böyle. Hani edebini bilip azıcık toparlanmam gerekiyor, öyle der büyükler, öyle demeye programsız küçükler ise bir kulaklarından sokarak diğerinden çıkartırlar usulca bunu. Örs, kemik, üzengi ise olanlardan habersiz, seyrederler olanları. - İronik, kronik ve kafiyeli tonlarca "konik"li bir cümle. O zaman koninin alanını bulursanız, anlamlandırabilirsiniz. Evet. Kesinlikle. Peki, olmayan bir koninin alanını nasıl bulacaksınız? Cevap veriyorum; BOK BULURSUN. - Hey, selam, bir ergen cümle daha yakalandı burada. Evet, yine "He" deyip geçiyoruz. Tamam mı? Sakiiin. -


     Yaşımın verdiği tecrübesizlikle, bazısının yaşının vermesi gereken tecrübeleri hüpletmişim hazineme. Karşısına geçip bir kötü kadın kahkası patlatarak ardından "Nağbeer?" dansı yapmak isterim ama edebime karışmış terbiyem orada dizginleri eline alarak "Höööst!" diyerek durdurmaya çalışır beni. Ben de dururum. Ve bu edepli terbiyeme beni bir ata benzettiğinden dolayı alınarak, "At gözlüklü olan ben değilim. Bak, şu görmüş olduğun insanların %80'i öyle. Onlar derin bir uykudalar, sadece farkında değil avanaklar. En azından ayılar sadece kışları uykuya dalıyor, baksana şunlara. Yıllardır aynı pozisyondan bakmaktalar hayata. Yazık lan!"


     Tespihimi sallaya sallaya teşbihimi yapa yapa testihimden bir su içerek sonlandırmak isterdim yazımı, yani kafiyelerimi tavırlarıma aktararak. Yani, kafiyeli bir şekilde hal ve hareketlerimi senkronize ederek. Olmadı. Ama saçmalamak, bazen güneşin batışını izlemek gibi sepya tonlarında bir tatlılık sunuyor. Bazen gülümsetirken bir taraftan hüzün bombalarını da fırlatıyor. Ama genellikle bir tebessüm karmaşasını suratıma yapıştırarak varlığıyla yokluğunun bir olmadığını kanıtlıyor bana. Ne tatlı bir şeydir yani o. Yeme de yanında yat, hatta 3 kilometre uzaklıkta sek sek oyna. Hatta etrafından zıplayarak parande at. Ya da, yeme blendırdan geçirerek iç. Zaten yeme, obez olursun. Çok kalorili. Zaten bu hayatta güzel olan her şey zararlı! İsyeaaanımı ayreaaan içerek bastırıyorum o zaman ben. Ve burada, bu anlamları art arda sıraladığım yazıyı noktalı virgüle bağlıyorum. Çünkü, hiçbir zaman bitmeyecek...........


- Hesapta yokken hesap makinesini kaybetmiş bir çocuğum, belki şu an varım; ama ben aslında yoğum! -




Zamanında az dinlemedik. Zamanında zamanımızın dakikalarını bu şarkıya hapsetmedik sanki. O yüzden, şimdi bir zamamınızı bu şarkıya ayıralım. Vakit nakittir, biz bunu taksite çevirelim. VUUĞ! - Sanırım tozunu yutana kadar saçmaladım, ohh, iyi geldi. -
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »