15 Nisan 2014 Salı

Gelecek Ahmaklıklara

     İcra edilen vicdani tarumarın gark edildiği insani pisliğin üzerini, okunmuş mendillerle üfleyerek kapatıyorum. Yozlaşarak yitirdiğimiz o "eski bayramlar" niteliğindeki ütopyalaşmış insanlık sahnesini, zebanilerin yolladığı ateşlerle yüreğimde söndürüyorum. Kirpiklerime sürttüğüm yağmurları, avuç içlerime akıtıp ruhuna üflüyorum bu karanlığın. Dudaklarımda biriktirdiğim bütün cümleleri, telvesine batırıp saplıyorum boğazına. Kan akıyor gözkapaklarından; ama akan kan, kendisinin değil, genç yüreklerin sökülmüş parçacıklarından.


     Yanan yürekler bir kıvılcım halinde aydınlatır geceyi, bütün mumlar yatsıya varmadan söndüğünden dolayı her yer bu kadar karanlık, belki de mumların söndüğünü fark edemeyecek kadar dibe çöktüğümüzden dolayıdır. Bilediğim sivri uçlu hayallerimi bileklerime bağlayıp örümcekleşen zihinleri kendi ağlarım ile çözesim var, birkaç satırlık aptal sözcükle beraber koşup kendimi yüz katlı bir binanın birinci katından aşağı bırakasım. Bıyıklarından zift akıtasım, zehir olup panzehrine karışasım, bir göl olup seni bu vahada susuz bırakasım; bir damla su için, bin katre gözyaşı akıttığını görmek amacıyla üzerine çöl iklimini bırakasım, çekim eklerini kenarlarından çekerek uzak diyarlara kadar bir yol inşa edip sıkıldığımda bir dolanıp geri dönesim, sonra da havada bir beşli salto atarak bu karmaşayı klas bir şekilde sonlandırasım...

 
     Ama olmaz.


     Çünkü, beşli salto diye bir olgunun mevcudiyeti, vals yapabilen bir fil ile eş değer nitelikte. Eğer yapabildiğini iddia eden varsa, nanik çekerek uzaklaşırım yanından, David Copperfield gibi yok ederim yalanını dudaklarından, bir kuş gibi kanatlanıp arşınlarım gökleri ve sihirli değneğimi çıkarıp aduketi fırlatırım suratına, az bile gelir, biraz da üzerine tuz serpmem gerekebilir hemen arkasından. Tuz serpmişken kaynamış suyun içine atıp bir yahniye evriltebilirim hatta. Karnımı doyurur, üzerine nikotin banıp yok oluşunu zevkle sindirebilirim. Soyut ifadelerle tabi, nihayetinde Hannibal'ın üçüncü dereceden yeğenin beşinci göbekten ince belli bardağı değilim. İnce belliyim; ama bardak değilim. Aslında, ince belli de sayılmam. Dur bir saniye, ben bir diyete başlayıp geliyorum..


     Bir kazananın olmayacağı bir yarışın içine itildik. Taraflar, bir taraf olabilmek için düşünmeye korktu. Balıklama atladık sonra, köpek gibi salyaları dışarı sarkıtarak çıktık. Bir köpek balığı yuttu bizi ardından... Nil Karaibrahimgil'in şarkısındaki gibi, düşmanlar vardı peşimizde; ama o düşmanlar, ideolojik saplantılara batırılan analiz yeteneğinden yoksun sığ görüşlerden ibaretti. Bizler sığamadık sığ düşüncelere ve patladık sonunda. Silah gibi. Ya da havai fişek. Bomba? Anca içimizde patlar, altı patlar, PİYU!


     - Ölüm, en acısı bu yaşanılanların. Üzerine çikolata dökerek eritemiyorsun acısını içinde. Reenkarne edemiyorsun varlığını. Her nefes alışında, sıradaki oksijeni yakalamak için yarışıyormuş gibi hissediyorsun kendini sonunda. Kirpiklerine konan yağmurları, hayatın rüzgarlarında savurarak akıtıyorsun ruhunun deli parçacıklarından. Boğazına barikat kuran hisleri, suyla geçiştiremiyorsun neticesinde. Ve yavaşça, bırakıyorsun saprofitlere ruhunu, sıyırıyorsun üzerinden tohumunu ve ekiyorsun gelecek için, gelecek ahmaklıklara.


     Ölüm bizi ayırana dek, güneş yüreğimde ateşini söndürene değin, nefesim sonuncusunu ciğerlerime bırakana kadar, ellerimdeki derman kendini ataletle asmadan, adaletle sarsılmadan, yalana sarılmadan, kafanı samana batırmadan gel. - Bu cümle sanki daha farklı başladı... -  Kirpiklerime kurduğum hamakta sallanan hayallerin ipini kemiren bir köstebek gibisin hayat, üzerine kezzap döksem kuş olup cennete uçar mısın benimle? -


     Bazı insanların varlığı, düşünme kabiliyetleri ile ters orantılı gibi. Sanki düşünse, hayat onu uçurumdan aşağı fırlatacak gibi. Fırın eldiveni takmadan tepsiye dilini banmaya zorlayacakmış gibi. Ateşin üzerinde çıplak ayaklarla koşturacakmış gibi...



Açılmayacak olsa da, açılmışçasına nostaljiyi iliklerimize aktarsak mı?
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »