25 Haziran 2014 Çarşamba

Rüzgar Gibi Esecekken Sakız Gibi Eriyen Kelimeler

     Tavaf edilmiş hayalleri talaşa döndürebilecek bir havası vardı ortamın. Sözcükler, kulaklara ulaşana kadar buharlaşıp oksijene karışarak burun deliklerinden enjekte oluyordu beyne. Dudakların da mecali kalmamıştı kıpırdamaya, mealini eskiciye satmış bir kelime gibi hissediyordu kendini. Zaman, saniye sarkacından sarkıtılan umutların boğaza dolanmasıyla infilak olmuştu karşısında. Ofsayt olan hayallerini hakemin kafasına fırlatarak intikamını alması gerekiyordu bu daimi zamanına dolanan şanssızlık kıstasından. Hatta zamanı avuçlarına alıp parçalamak istiyordu. Ve sonra sessizce uzaklaşmak, geri geri giderken o hiç sevmediği komşusunun arabasına çarpmak, gökyüzünde kiraladığı jet-mobil ile bir dünya turu atmak, Venedik'in sularında yıkanıp Paris'in demir leydisinin tepesinde güneşlenerek Ganj nehrine bir göz kırpmak ve ardından alnının ortasına bir nokta koyup renkli bir dünyaya kapak açmak ve sonra o kapağı alıp kendi suratına fırlatmak... bir döngünün içinde dönerek plakları kendine tekerlek addedip melodilerin diyarında kendi atmosferini oluşturmak, yer çekimini ihmal ederek dumanlarına eşlik edip savrulmak hayatın kanatlarından savrulan rüzgarlarında ve sonra yamaç paraşütü ile okyanuslara atlayıp yüzerken Bağdat'ı bulmaya çalışmak. Yavaşça alışmak. Alıştıkça kaçırmak. Kaçırdıkça, "kovaladıkça kaçan ateş böceği"ne dönüşmek. Bir kelebeğin kozasından çıkışını izlerken içinde kendini bulmak. Buldukça kaybetmek. Kaybettikçe sevmek. Sevdikçe gülümsemek. Gülümsedikçe koyvermek. Koyverdikçe, hayata koyup üzerine afiyetle bir türk kahvesi içmek...


     Ama, ama'larla başlayan cümlelerin iç burkucu melodisini üzerine almıştı bir kere. Sözcüklerin içine katılan katıksız ahmaklıkların atık olarak dudaklardan atmosfere bırakılmasının yanında bir de çok oturgaçlı getirgeçlerdeki bunaltıcı ter kokusuyla uğraşıyordu. Rüzgar esiyordu, sonra durup nanik çekiyordu pencere kenarlarından. Güneş, mizacı mecazlara tıkmadan beyinden içeri akıtıyordu. Gökkuşağından bir tutam alıp irislere yapıştırarak içindeki renkli kişiliği yansıtmaya çalışıyordu. Hayat, rüzgar gibi eseceğine sakız gibi eriyordu anlayacağınız. Üzerine birkaç top dondurma koysak bir gideri olur mu ki acaba?


     Falakaya yatırılması gereken cümlelerin, uzuv parçalatıcı sözcüklerin, gözden düşüp ayak kırdıtıcı hareketlerin... 404 Not Found'a bağlanıp uzaklaşması temennisi ile güneşe aduket çakası geliyor bazen insanın. Bırakıyor sonra bu şiddet dolu lisanı, kafasına taç yapıyor ihsanı ve göbeğine atıp eritiyordu dilimlerce pizzayı. Saplantılarını bırakınca insan, sarp kayalıkları bile parçalayabilir kafasıyla. Çünkü o kafa, çok kafa, oğmağkafa.


     Gözlerini kapatıp derin nefesler halinde bir içsel meditasyon yapabilirsin. Dikte edilen kişiliğini üzerinden çıkartıp kendine kavuşabilirsin bu gece. Biterken ortasına düşebiliriz bu hikayenin, bitişleri başlangıçların içinden çıkartıp sınıra geldiğimizde aslında geçmenin o kadar zor olmadığını fark edebiliriz. Gülümseyince yaklaşabiliriz birbirimize, insan, zenci olmasa da gülümseyerek doldurabilir dudaklarını. 


JeyJey. Heyhey. Yeeeğğy.

10 yorum: