Bazen delirecek gibi oluyorum, beynimin kıvrımlarından kıvılcımlar çıkıp oksijeni yakarak ekolojik dengenin ortasına bir ateş düşürüyor sanki. Sonra anlıyorum, dinlediğim şarkının damarlarıma enjekte ettiği adrenalinin etkisinden oluyormuş hep. Deli gibi derilerimden dışarı fışkırıyor enerjilerim. Yıkasım geliyor bütün engelleri, elimde Jenga, ben bir manik, ben bir deli, ben bir depresif.
Şarkılar geçiyor, değişmiyor bu deli halleri halet-i ruhiyemin derinlerindeki ruh serzenişlerinin. Temposu düşmüyor bir türlü, sanki ocakta kaynatılıyor gibi hücrelerim. Titreşime alınmış bir telefon gibi yerinde duramıyor alyuvarlarım. Son bir çağrı ödemeli atıyor, bu hayatın anlamanı arayan ve bu kumarda bütün varını yoğunu kaybetmiş tarafım. Kelimeler yerinde duramayıp camdan aşağı atlayınca duruyor zaman. Çok yanlış anlamışız anladıklarımızı sandıklarımızı, sandıklara attıklarınız hepimizin beynini yakanların bıyıklarındaki çığlıklarımız. YA!
Kelimelerin bir anlam olmak için kıvrıldığı bu köşede, bulmacanın çengellerinden asılıyorum yakasına bu hayatın. Parçalıyorum duvarları, karşımdaki manzara öncekine göre daha kötü gibi. Matrix'ten dışarı atlayınca benliğim, gerçeklik bir kılıç olup saplanıyor kalbimden içeri. Kavramsal bir karmaşanın içinde yalpalıyor ayaklarım, ayağına kıymık batmış bir kedi gibi çırpınıyor dışarı çıkmak için çığlıkları bu karanlıkların.
Yatsıya kadar yanan bir mumun gölgesinde hayatını heba etmiş gibi bir hali vardı bu sabahların. Sigaranın ilk dumanlarıyla bertaraf edilen sessiz bir havası. Sonra yavaşça kaybolan kurgusunun içinde yoğrulmuş eşsiz bir kafa patlaması. Kafada çalınan "haydi beni güldür biraz" melodileriyle seslenişe geçen aksi ve nalet bir hazımsızlık problemi. Sonra gerisinde biraz Gargamel'in burnu kaçmış eğrilmiş hayalleri. Voldemort'un burun deliklerinden içeri giren havanın o eşsiz talihi...
Biraz müzik, dudaklardan fırlayıp oksijenle dans ederken karbondioksidi kıskandırıyor. Ruh gıdasını sessizlikten almaya çalışırken cırtlak bir melodiyle damardan çekiyor sanki. Aralanıyor sessizlik sonra, öylesine gelip birkaç kelime söylüyor, sahte selamlar ve kahpe yalanlarla süslediği maskesini bir tablo gibi sergilemekten çekinmeyen insanların gürültüsüyle ortadan üçe bölünüyor. Her parçasını hüzünle toparlarken içine karamelli dondurma koyuyor ki biraz ağzı tatlansın. Büyük bir gürültüyle içindeki endorfin fişek gibi gözlerinden patlasın ve bütün sesler sessizleşince en güzel sesi kendi kulaklarında çınlatıp dudaklarından akıtsın aşağı. Ya bir şey soracağım, durdurun zamanı, haydi biraz dürüst olalım, gökyüzü düşüyormuş gibi hissettiğimiz o anlarda bu hayat bize neden uçurtmasını yollamadı? Peki peki neden, aslında hayatın draması daha derinden sarsarken dizilerdeki aptal hüzünlerin imite edilmiş klişesine aldandık? Peki peki, anladık, sen neymişsin be abi, aaaa!
Haydi el altından elleri kaldır, sel almadan sözlerini cımbızla dudaklarından aldır ki sesini duyur bütün bu semaları kaplamış aydınlık dünyanın savrulan insanlarına.
PS - pastasız sesler - : Blogta yazılarını takip ettiklerime baktığımda içimde "Eskilerden kim kaldı?"cı bir trip yükseldi ya da benim eskilerimden, eskimemiş o eskilerden, ya herkes çekip gitmiş eskilerden ya da yazmıyor eski telden. Hatta ben de; ama çaktırma blogspot, istediğim kadar söylenebilirim "Buralar eskiden dutluktu." diye. Zaten fazlasıyla da azlardı; fakat fark ettim de şimdi neredeyse yok hiçbiri. Belki de hepsi benim hayalimin ürünüydü de aslında yohlardı? Hayat bazen deliliği yoklardı ya, belki o de o hesaptı bu blogun kafası. Aman haydi ellerini kaldır da aksın Nil'in nostaljik tınıları, ekstra large'ları ya da yoksa eğer kafası olmayan kafaları.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »
Şarkılar geçiyor, değişmiyor bu deli halleri halet-i ruhiyemin derinlerindeki ruh serzenişlerinin. Temposu düşmüyor bir türlü, sanki ocakta kaynatılıyor gibi hücrelerim. Titreşime alınmış bir telefon gibi yerinde duramıyor alyuvarlarım. Son bir çağrı ödemeli atıyor, bu hayatın anlamanı arayan ve bu kumarda bütün varını yoğunu kaybetmiş tarafım. Kelimeler yerinde duramayıp camdan aşağı atlayınca duruyor zaman. Çok yanlış anlamışız anladıklarımızı sandıklarımızı, sandıklara attıklarınız hepimizin beynini yakanların bıyıklarındaki çığlıklarımız. YA!
Kelimelerin bir anlam olmak için kıvrıldığı bu köşede, bulmacanın çengellerinden asılıyorum yakasına bu hayatın. Parçalıyorum duvarları, karşımdaki manzara öncekine göre daha kötü gibi. Matrix'ten dışarı atlayınca benliğim, gerçeklik bir kılıç olup saplanıyor kalbimden içeri. Kavramsal bir karmaşanın içinde yalpalıyor ayaklarım, ayağına kıymık batmış bir kedi gibi çırpınıyor dışarı çıkmak için çığlıkları bu karanlıkların.
Yatsıya kadar yanan bir mumun gölgesinde hayatını heba etmiş gibi bir hali vardı bu sabahların. Sigaranın ilk dumanlarıyla bertaraf edilen sessiz bir havası. Sonra yavaşça kaybolan kurgusunun içinde yoğrulmuş eşsiz bir kafa patlaması. Kafada çalınan "haydi beni güldür biraz" melodileriyle seslenişe geçen aksi ve nalet bir hazımsızlık problemi. Sonra gerisinde biraz Gargamel'in burnu kaçmış eğrilmiş hayalleri. Voldemort'un burun deliklerinden içeri giren havanın o eşsiz talihi...
Biraz müzik, dudaklardan fırlayıp oksijenle dans ederken karbondioksidi kıskandırıyor. Ruh gıdasını sessizlikten almaya çalışırken cırtlak bir melodiyle damardan çekiyor sanki. Aralanıyor sessizlik sonra, öylesine gelip birkaç kelime söylüyor, sahte selamlar ve kahpe yalanlarla süslediği maskesini bir tablo gibi sergilemekten çekinmeyen insanların gürültüsüyle ortadan üçe bölünüyor. Her parçasını hüzünle toparlarken içine karamelli dondurma koyuyor ki biraz ağzı tatlansın. Büyük bir gürültüyle içindeki endorfin fişek gibi gözlerinden patlasın ve bütün sesler sessizleşince en güzel sesi kendi kulaklarında çınlatıp dudaklarından akıtsın aşağı. Ya bir şey soracağım, durdurun zamanı, haydi biraz dürüst olalım, gökyüzü düşüyormuş gibi hissettiğimiz o anlarda bu hayat bize neden uçurtmasını yollamadı? Peki peki neden, aslında hayatın draması daha derinden sarsarken dizilerdeki aptal hüzünlerin imite edilmiş klişesine aldandık? Peki peki, anladık, sen neymişsin be abi, aaaa!
Haydi el altından elleri kaldır, sel almadan sözlerini cımbızla dudaklarından aldır ki sesini duyur bütün bu semaları kaplamış aydınlık dünyanın savrulan insanlarına.
Nostaljik-Nil kuşağından,
sevimli bir parça gelsin o zaman.
PS - pastasız sesler - : Blogta yazılarını takip ettiklerime baktığımda içimde "Eskilerden kim kaldı?"cı bir trip yükseldi ya da benim eskilerimden, eskimemiş o eskilerden, ya herkes çekip gitmiş eskilerden ya da yazmıyor eski telden. Hatta ben de; ama çaktırma blogspot, istediğim kadar söylenebilirim "Buralar eskiden dutluktu." diye. Zaten fazlasıyla da azlardı; fakat fark ettim de şimdi neredeyse yok hiçbiri. Belki de hepsi benim hayalimin ürünüydü de aslında yohlardı? Hayat bazen deliliği yoklardı ya, belki o de o hesaptı bu blogun kafası. Aman haydi ellerini kaldır da aksın Nil'in nostaljik tınıları, ekstra large'ları ya da yoksa eğer kafası olmayan kafaları.