1 Mart 2019 Cuma

Tütsülenmiş Zaman

     Tebessüme yatırılmış suratlarda tüten yanık kokusunu kapatmaya çalışan vanilya aromalı bir öfke, havayla temasında dönüştüğü küle eklediği bir bardak şekerle dönemediği dünü karıştırırken tütsülenmiş zaman parmaklarına dolanıp tuz ekletti önündeki karışım demeye bir asırlık şahit isteyen şeye ve yoğurmaya başladı ne olacaksa olsun artık diyerek. Bitirdiğinde nihayeti cenabetî haliyle yakaladığı topaklara bakarken bir anda zaman durdu; gastronomik bir kıyamet karın guruldama sesiyle kronometreyi çalıştırdı, baharatlar aleminden acı bir çığlık koptu, ortaya çıkan şeyi görenler ağızlarından konfeti gibi öğütülmüş tiksintilerini saçtı, yemek tanrıları ise "Bu insanlardan bir omlet bile olmaz." diyerek kaşıklarını Zeus'a teslim edip dünyayı terk etti; bunu duyan yumurtalar bir anda döllenip kuluçkaya yatarak içinden civcivleri çıkarttı; bu civcivler mutfaklardan kaçıp kent meydanlarında bir araya gelerek; sanki bir mesaj vermek ister gibi; topluca içtikleri pul biberlerle yemek tanrılarının peşinden gastro-cennete doğru havalandı. Bir anda eriyen bedenleriyse havaya karışıp izleyenlere gaga çekerken ağır çekimde bulutların içine doğru çekilip gözden kayboldu.


     Dünyayı gastro-vasküler boşluğa mahkum eden yemek tanrıları, anüs kılıklı yeme alışkanlığıyla suçladığı insanları bulunduğu yerde dahi rahat bırakamadı; elinden bütün iyi aşçıları alıp uzayda yeni bir gezegen kurdu; gurme kılıklı sevimli pis boğazları da eklediği kafile ile öfkesini bir nebze de olsa hafifletmeyi başardı. Geriye de dalga geçer gibi; sadece yulaflı tarifler yapmayı bilen, diyetizm akımının öncüsü olan, adı "yemek bir zevk işi değil, yaşam fonksiyonlarını yerine getirtse yeter" anlamına gelen Yemei Vei isimli yarı İspanyol çeyrek Fransız çeyrek Türk aşçıyı bıraktı.


     Sokakları zamanında sosyal medya için çekilip belki de yarısı çöpe atılan fotoğrafları bastıran milyonların isyan çığlıklarıyla yoğunlaşmış dev toz bulutları kapladı. Herkeste yoksunluk belirtisi histeri krizleri ve yıllarca gerçek yoksulluğun içinde tükenen hayatlara dair gerçek bir farkındalık oluşmaya başladı. Bu sırada fiyatları fırlayan marketlerdeki hazır ürün stokları anında tükendi; fakat tanrılar onları da düşünmüş ve gitmeden hepsini azot gazıyla oksitlemeyi - böyle bir şey yoksa bile var gibi yapalım - ihmal etmeyerek imha etmişti tabi.


     Küresel ısınma bu toz bulutlarından çıkan gazların soğutucu etkisiyle bir parça da olsa yavaşladı. Aslında kıyametin filan geldiği yoktu; bilakis her günü azapla marine edilen hayal kırıklıklarıyla tatlandırılmış saatlerin kapladığı yeni bir dünya düzeni oluşmaya başlamıştı. Baristalar da yoktu artık, şimdi yokluğunda değerlenen çiftçiler de, hayvan yetiştiricileri filan da alınmıştı ve geriye gerçek hayvanlar; hayvandan daha hayvanlar, aşağılık mahlukatlar; kalmıştı sadece...


     Damardan müzik sektörü patlak verdi bir süre sonra, geçici hazlarla uyarılan ruhtan kaçak hatla mideye geçişi sağlayan elektrotlar icat edildi; ama bağırsakları kandıramayan bu metot birkaç saatlik etkiye haizdi ve kimse için yeterli değildi. Bir yumurta kırmayı becerebilenlerin ilah addedildiği zamanlar geldi; ama laboratuvar ortamında üretilen yumurtalarla hiçbir şey eskisi gibi olamadı. Nüfus gittikçe azalmaya, azaldıkça doğa yeniden eski kudretine kavuşmaya başladı. 


     Umursanmadan nesli tüketilen canlıların intikamını alırmış gibi şimdi insan ırkı tükenişin eşiğine geldi. O tükendikçe ağaçlar yeşillendi, saprofitler kemirdikçe bedenini çiçekler açmaya başladı, insanın artık yıkım yapacak hali kalmadığı için doğa ananın rahminden yeni harikalar türedi. Dünya daha iyi bir yer oldu sanki, insanlar için değil belki; ama insanlara rağmen güzelleşti. Oksijeni allık yaptığı yanaklarına okyanuslar doldu, karbondioksitle yıkadığı bedenine yeşillikler oturdu, güneş ışığı ile kamaşan kirpiklerine tabiat rimel oldu ve ayaklarına kara sular değil yeni filizlenen geleceğin kökleri inip beş yüz altmış sekiz milyon yaş gençleşti.


     Bütün dünyayı mahveden o karışımın ne olduğuna gelirsek, başta sadece onu görenler ve değerli devlet büyükleri tarafından bilinen, içeri atılma korkusuyla sır gibi saklanan; ama zamanın getirdiği kaotik serzenişlerin tuzladığı atmosferin gerekliliği olarak sonunda açıklanan o şey; insan neslini - en azından dünyadaki insan neslini - tükenmenin eşiğine getirip kapıyı suratına çat diye kapatan o karışım, "vanilyalı bulgurdan çikolatalı çiğ köfte"den başkası değilmiş. Öyk!


     Olayın üzerinden yıllar, yılların üzerinden uzun eşekle asırlar geçti şimdi. Biz sevimli pis boğaz kafilesinin torunlarının torunları olarak bulunduğu çevreyi dağıtmadan mutualist bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyoruz. Ama özünde insan, özünde vahşeti çağrıştıran minik kıpırtılara sahip bir canavar ve yine derinlerde en yüce can benim düşüncesiyle diğer canlıları umursamayan bir varlık olarak; yeni kıyametleri yaşamayacağımızın bir garantisi yok maalesef. Çünkü varoluşumuzun temelini yok edişlerle sağlamaya programlanmışız. Ama dostlar, sevgili sevgileri sevgisizliklerin üzerinden alıp sevgiyle etrafa saçan yoldaşlar, hayatın sillesini yemektense çayın yanında bir simiti mide asitlerine göndermek daha sağlıklı sanki.

"Hak ettik, nasıl yok ettikse seni... dünyam!"

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »