Kaleme sığmıyor kelimeler teşhisi de obezli lirik anteni, bir
nevi endokrini kafayı yemiş hale gelen dünyanın ruhtaki kalorileri imiş. Derileri
gevşiyor kelimelerin, gözleri televizyona kitttlenirken çat diye kırılıyor
gerçekliğe tahsis edilmiş hücrelerin içindeki sarmal yapıcıklar. Endoplazmik
üzüme retikulümlenmiş vaziyette dumanı tüten dudaklardan süzülemiyor artık
düşüncelere dair sövüşlerin tatlı dilemmaları, kıssstırıyorlar sesleri sanki
kumandadan. Nerede zamanın hurafelerinden patlama dilek ağaları, bakınız ben
bir dilek tuttum mumlar aleminden kovulan bahtımı geri verin de bırakayım
keratayı.
Haydi karşılıklı kozlarla bir poz verelim ardından iki zahiri sırıtış
safsatasıyla keskinleştirip bir etiket de nakşettikten sonra geleceğe bahşedelim
ahmaklığımızı. Dijite ediliyoruz tanrım kaç piksel bendeki yürek bir bakar
mısın? Tuş kilidimi bozdum sanırım dışa kapandı sanrılarım. Canhıraş bir dehşet
vukuat sahibi bu aralar duygudurumda rokfor peynirli zelzeleler, ebemkuşağından
fırlama silkeniş halleri ortaya serili görüntüler filan var.
Taaam seni düşünürken rastgeldiğim bu evrenin biyometrisinde
kaç oksijene bedelsin de katlediyorsun hislerin feriştahını? Hayatın hangi
aksamında böyle aksıyoruz kendimizden de yönü bulamıyorum, yer bildiriminden
konum çıkmıyor ıslak zeminde kayınca şaftı. Tayini çıkan sözlerin tamiri bıkan
özveride mi ya da bu düzlemde eğrilen girdilerin suratında oluşan bir tekmede
mi saklı? Diyet evrenindeki çikolata gibi yasaklıyım hüzünlerine hayat, damakta
sevimli olsan da basende müebbet mahkumiyetin var; yemezler – yanaktaki
çikolata parçasından selamlar! –.
Sözcüklerin tütsülenmiş buharında cızırdıyor dağılmış yüklemler, mangal yüreği közlenmiş dünyanın kömürlerini harlamak için olabilir.
Havayı da kendimize benzettik o da bizden; bizim gibi dengesiz artık, öyleyse atmosferlerden
yağdır üzerime canım birazcık şansın kırıntılarını da çivileyelim bunu tarihin
tahterevallisinden ruhumuza.
Taşıyor kelimeler, dairesel hareketlerle fokurduyor cümlelerin etrafında. Bir cadı gibi kazanımda çalkalıyorum hepsini ve çekip buharını kana karışıp savruluyorum göklerin aykırı boyutlarında. Yönü tayin eden tükürüklü parmağı kaldırıp bakıyorum tadına rüzgarların, haritaları parçalanmış kalbimin içinde hiçbir hücrede küs kalmamış da pusula hangi yönü göstereceğini bulamıyor sorun bu güneyin kuzeyi dışlamasından ibaret; batının doğuyu ezme çalışmasından ya da sadece salatama maydanoz karışmasından.
Daralan ruhu basenlere yönlendirip bardağın dolu tarafıyla gargara yapasım var.
Deliliği bırakıp kopup gitmeyen Nil, napaysın?