"Yükseklik korkusu olan bir kuşun çaresizliği tünemiş gözlerine." dedi ve kanatlarını çıkararak palto niyetine omuzlarıma geçirdi. Devleti parçalanan bir sultanın buhranlı tavırları sarkıntılık yapıyordu ruhuma; fakat ben yine de tek kelime bile etmedim. Aslında, konuşmaya cesaretim yoktu, sözcüklerimi esareti altına almıştı zihnim. Düşüncelerimin muhasebesini yapacak kafayı bulamıyordum kendimde, kimseyi dinleyebilecek halim de kalmamıştı açıkcası. O yüzden ben de kendimi Lana Del Rey'in ses tellerini teslim ettim ve meleğimin omuzlarına kenetlenerek kapattım gözlerimi.
Saatler sonra, telefonumun çalmasıyla kuyruğuna basılmış bir kedi gibi fırladım yerimden. Arayan numaranın karşısında hormonlu bir kedinin önündeki minik fare gibiydim. Ama hemen kendime geldim. Cesaretimi titiz bir hatun edasıyla dağıldığı yerden topladım ve çölde 5 gün susuz kalmış bir keşişin ses tonuyla konuşmaya başladım. " Eğer vereceğin haber iyiyse, lafı kestirme yoldan sun önüme, çekinme sakın. Eğer ki söyleyeceklerin kötüyse, kendi labirentini kurmana izin veriyorum. Uzat uzatabildiğin kadar. Beklerim ben. " Ses gelmeyince devam ettim: " Tamam, hadi şimdi seni dinliyorum. Mutluluk tellalı ol bana canımın içindeki şirinlik. " Telefonun öbür ucu ile aramda soğuk savaş vardı sanırım, sadece nefes alıp verişleri yankılanıyordu kulaklarımda. Ya da, gizliden aramayı unutmuş acemi bir sapıktı da meşgul ediyordu boşu boşuna beni. " Seçeneklerin arasına suskunluğu sokmadım ama. Nefes alışverişlerine kendi sesini de ekleyerek şereflendirebilirsin bizi, değil mi ama? Delirmek üzeyim, hoşuna mı gidiyor beni bu adaletsizliğin teslimiyeti altına sokmak? Küfür mü ettireceksin illa ki, konuşsana. Bir şeyler söyle. Eriyip yok oluyorum burada. N'olursun konuş artık! "
İki üç ajitasyon cümleyi de kurduktan sonra, ablamdan reaksiyon almayı bekliyordum artık. Gözyaşları yanaklarımdan süzülmeye başladıysa da hiç belli etmedim ve bekledim ses çıkarmadan. Sözcüklerimin cımbız olup ağzındaki baklayı dışarı çıkartabilmesini umuyordum. O konuşana kadar ben bir paragraflık kendimden bahsedeyim sizlere, vakit geçsin, yoksa bildiğin delirme eşiğimin kenarına yerleştim şu anda.
" Bendeniz Hasibe Akide. Şekerlik falan demeyin, küçükken obez edecek kadar çok yedim dalgasını. Tsunamisi de teğet geçmişti bir ara, yağmura dönüşüp akmıştı da parmaklarıma. Akide şekerini hiç tatmadım o yüzden. Aman, aramızda Beyza'nın soyadı kadar mesafe olsun bana yeter. Aynı cümlenin içinde yastık olmayalım, en güzeli. 22 yaşındayım. 9 Eylül Üniversitesi'nde okuyorum. İzmir'in havası şu an İstanbul gibi kokuyor bana. Telefonun karşısındaki iki satır konuşsa da üzerime Harem'in suyunu atarak rahatlatabilse içimi. "
Sonunda telefonu eline aldı teyzem. Onun sesini duymak içimi rahatlattı, ne yalan söyleyim. İyi bir haberle aramda köprü konumundadır herhalde şu an, diye düşündüm. Hızır gibi yetişti hınzır. Yani, ben öyle umuyordum. Umduklarım umarsızca uluorta bıraktı beni. Ve gerçeklerin acımasızlığını çektim içime, yumdum gözümü, gözyaşlarımı akıttım delicesine. Pıt pıt.
Ablam bir anda duyunca sesimi, konuşmaya cesaret edememiş. Bu haberi vermek de, teyzeme düşmüş, mecburiyetten. Nasıl söyleyeceğini bilemiyormuştu. Böyle bir haberi vermek hangi üsluba gizlenerek söylenirmiş akıl edemiyormuştu. Onun için, doğrudan söyleyecekmişti. Doktorlar kurtaramamıştı. O varmış yanımda, kendimi üzmemeliymiştim. Okulumu bitirip annemlere yaraşır bir dilber olmalıymıştım. Ölenle ölünmezmişti. Başım sağolsunmuştu. Şimdi kapatmalıymıştı; ama geri arayacakmıştı. Öpüyormuştu. O da üzülüyormuştu.
Kanatlarını hiç düşünmeden uzatan meleğim, karşımda ne olduğunu merak eden gözlerle bakıyordu bana. Söylemek, kabullenmek olurdu. Ben şu an bunu kaldıracak kuvveti bulamıyordum kendimde. Bir Cat Woman değildim, pençelerimi açarak gelemiyordum üstesinden. Eve gitmem gerektiğini, düşüncelerimin içinde yüzmeyi bilmeyen bir kuş gibi boğulmak istediğimi, mazoşistçe de olsa böyle üstümden atabileceğimi söyledim. İçine sinmedi belki ama kabul etti. Ve ben de evimin balkonuna ışınlandım bir anda. Zaman mefhumu yoktu benim için artık. Yaptıklarımı algılayacak halde değildim. Adnan Kahveci caddesindeki kahve manzaralı evimin balkonunda bir sigara yaktım. Dumanlarını havada uçuşan kuşların suratına üfledim. Telefonum susmak bilmeyen kaynana gibi çalıp duruyordu; ama ben bakmaya tenezzül bile etmedim. Şu an tek düşündüğüm gitmekti. Neresi olursa olsun, sadece gitmekti.
Son nefeslerini verdiklerinde kilometrelerce uzaklık vardı aramızda. Son görüşmemizde, pek de iyi ayrıldığımız söylenemezdi. Son konuşmamız kaç hafta önce oldu, kim bilir? Sonsuzluğa gitmişlerdi onlar şimdi, beni burada hatalarımın baskısı altında bırakarak. Bir veda edebilseydik keşke birbirimize, bir sarılabilseydim onlara. Ya da en kötüsünden bir özür dileyebilseydim. Bir sesini duyabilseydim. Bir...
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »
Saatler sonra, telefonumun çalmasıyla kuyruğuna basılmış bir kedi gibi fırladım yerimden. Arayan numaranın karşısında hormonlu bir kedinin önündeki minik fare gibiydim. Ama hemen kendime geldim. Cesaretimi titiz bir hatun edasıyla dağıldığı yerden topladım ve çölde 5 gün susuz kalmış bir keşişin ses tonuyla konuşmaya başladım. " Eğer vereceğin haber iyiyse, lafı kestirme yoldan sun önüme, çekinme sakın. Eğer ki söyleyeceklerin kötüyse, kendi labirentini kurmana izin veriyorum. Uzat uzatabildiğin kadar. Beklerim ben. " Ses gelmeyince devam ettim: " Tamam, hadi şimdi seni dinliyorum. Mutluluk tellalı ol bana canımın içindeki şirinlik. " Telefonun öbür ucu ile aramda soğuk savaş vardı sanırım, sadece nefes alıp verişleri yankılanıyordu kulaklarımda. Ya da, gizliden aramayı unutmuş acemi bir sapıktı da meşgul ediyordu boşu boşuna beni. " Seçeneklerin arasına suskunluğu sokmadım ama. Nefes alışverişlerine kendi sesini de ekleyerek şereflendirebilirsin bizi, değil mi ama? Delirmek üzeyim, hoşuna mı gidiyor beni bu adaletsizliğin teslimiyeti altına sokmak? Küfür mü ettireceksin illa ki, konuşsana. Bir şeyler söyle. Eriyip yok oluyorum burada. N'olursun konuş artık! "
İki üç ajitasyon cümleyi de kurduktan sonra, ablamdan reaksiyon almayı bekliyordum artık. Gözyaşları yanaklarımdan süzülmeye başladıysa da hiç belli etmedim ve bekledim ses çıkarmadan. Sözcüklerimin cımbız olup ağzındaki baklayı dışarı çıkartabilmesini umuyordum. O konuşana kadar ben bir paragraflık kendimden bahsedeyim sizlere, vakit geçsin, yoksa bildiğin delirme eşiğimin kenarına yerleştim şu anda.
" Bendeniz Hasibe Akide. Şekerlik falan demeyin, küçükken obez edecek kadar çok yedim dalgasını. Tsunamisi de teğet geçmişti bir ara, yağmura dönüşüp akmıştı da parmaklarıma. Akide şekerini hiç tatmadım o yüzden. Aman, aramızda Beyza'nın soyadı kadar mesafe olsun bana yeter. Aynı cümlenin içinde yastık olmayalım, en güzeli. 22 yaşındayım. 9 Eylül Üniversitesi'nde okuyorum. İzmir'in havası şu an İstanbul gibi kokuyor bana. Telefonun karşısındaki iki satır konuşsa da üzerime Harem'in suyunu atarak rahatlatabilse içimi. "
Sonunda telefonu eline aldı teyzem. Onun sesini duymak içimi rahatlattı, ne yalan söyleyim. İyi bir haberle aramda köprü konumundadır herhalde şu an, diye düşündüm. Hızır gibi yetişti hınzır. Yani, ben öyle umuyordum. Umduklarım umarsızca uluorta bıraktı beni. Ve gerçeklerin acımasızlığını çektim içime, yumdum gözümü, gözyaşlarımı akıttım delicesine. Pıt pıt.
Ablam bir anda duyunca sesimi, konuşmaya cesaret edememiş. Bu haberi vermek de, teyzeme düşmüş, mecburiyetten. Nasıl söyleyeceğini bilemiyormuştu. Böyle bir haberi vermek hangi üsluba gizlenerek söylenirmiş akıl edemiyormuştu. Onun için, doğrudan söyleyecekmişti. Doktorlar kurtaramamıştı. O varmış yanımda, kendimi üzmemeliymiştim. Okulumu bitirip annemlere yaraşır bir dilber olmalıymıştım. Ölenle ölünmezmişti. Başım sağolsunmuştu. Şimdi kapatmalıymıştı; ama geri arayacakmıştı. Öpüyormuştu. O da üzülüyormuştu.
Kanatlarını hiç düşünmeden uzatan meleğim, karşımda ne olduğunu merak eden gözlerle bakıyordu bana. Söylemek, kabullenmek olurdu. Ben şu an bunu kaldıracak kuvveti bulamıyordum kendimde. Bir Cat Woman değildim, pençelerimi açarak gelemiyordum üstesinden. Eve gitmem gerektiğini, düşüncelerimin içinde yüzmeyi bilmeyen bir kuş gibi boğulmak istediğimi, mazoşistçe de olsa böyle üstümden atabileceğimi söyledim. İçine sinmedi belki ama kabul etti. Ve ben de evimin balkonuna ışınlandım bir anda. Zaman mefhumu yoktu benim için artık. Yaptıklarımı algılayacak halde değildim. Adnan Kahveci caddesindeki kahve manzaralı evimin balkonunda bir sigara yaktım. Dumanlarını havada uçuşan kuşların suratına üfledim. Telefonum susmak bilmeyen kaynana gibi çalıp duruyordu; ama ben bakmaya tenezzül bile etmedim. Şu an tek düşündüğüm gitmekti. Neresi olursa olsun, sadece gitmekti.
Son nefeslerini verdiklerinde kilometrelerce uzaklık vardı aramızda. Son görüşmemizde, pek de iyi ayrıldığımız söylenemezdi. Son konuşmamız kaç hafta önce oldu, kim bilir? Sonsuzluğa gitmişlerdi onlar şimdi, beni burada hatalarımın baskısı altında bırakarak. Bir veda edebilseydik keşke birbirimize, bir sarılabilseydim onlara. Ya da en kötüsünden bir özür dileyebilseydim. Bir sesini duyabilseydim. Bir...
Google'a ölüm yazınca çıkan ilk resim bu. Ben onların yalancısıyım.
Nil Karaibrahimgil'den güzel bir parça sunuyorum sizlere efenimm: http://fizy.com/#s/1kh9fy
Hikaye denemeleriyle kendimi sahaya attım. Öhöm.