Rüzgarın çok sesli korosuna eşlik etmek için uzaklardan gelen bir oksijen tanesinin üzerine yapışan hidrojen atomlarından bir kase dolusu aksın yüzüne, serinlik getirsin ruhuna, essin deli gibi vücudunun bütün gözeneklerinde. Bir rüzgar olsun çevreni saran, herkesten gizli, herkesi sollayıp seni sıfırdan başlatan bu hayata. Gülümse, tebessümlerini fırlattığın bu taneciklerinde yuvarlanırken çocukluğunu getir gözlerinin önüne. Getir ki, içinde ondan bir parça kaldığını fark et, bu farkındalığın şiddetiyle önyargını bir depremle yık ya da sana getirdiğim oksijeni hidrojenle tepkimeye sokup tsunami oluşturduğun gibi boğ hepsini içinde. Sigarana kibrit olacağına, seni dibe çekenlere ateş olsun bu sessizlik. Sonra o ateşte onu da yakarsın zaten. Sen yeter ki iste.
Parmaklarına konan yaşam ışığını fark etmeden geçirdiğin günlerin hıncını çıkartmak istiyormuşçasına gülümse. Çevrende olup biteni biraz kenara bırakıp, adi insanlardan zihnini arındır ve etrafa sadece gülümse. Düşünme gerisini, birkaç dakikayı kendine ayır, birkaç saati, hayatını kendin için yaşadığını anlaman zaten bu kısa anlardan sonra gelecektir; umarım. Tek bir dudak hareketiyle büzülen yanaklarının kenarındaki tebesssüm kırıntısını takip ederek bulacağın şekerden evin içindeki cadıyı fırının içine atmak için Hulk'ı uyandırmana gerek yok her zaman. Bazen şirinlerin beyaz ponponları da yeterli. Al eline Gargamel'i, bırak dudaklarından gamı kederi.
Gecenin uyandırdığı gündüzlerin ardında gözlerine düşen melodilerin kapağını açtığında altında seni karşılayan nota belki de en değerlindi ve sen onu bulana kadar cırtlak seslerin arasında bir do minör olmaya çalışmışsındır. Oysa piyano çalmayı bilmeden eline kemanı alıp onunla çelloyu idare etmeye çalışan bir baterist edasıyla akordeon çalmaya çalışırken, hakikatte istediğinin sadece şarkı söylemek olduğunu fark eden bir doktorun; okurken kapıdan geçirdiği yıllara yaptığı bestesinin notalarını gitara uyarlamaya çalışırken aslında onu da çalmayı bilmeyişine gülümse. Betimlerken uçurumları aşıp bir şarkının sırtına tırmanarak dağları delen bu klavye için biraz gülümse. Kendin için gülümse, yeter ki gülümse, yetmezse zaten devamı gelir. "This fall." Sen düşme ama.
Ayaklarına düşen kara suları Akdeniz'in bitki örtüsüyle dezenfekte etmeye çalışırken kahvesinde tüten dumanına sadece tebessümlerini bırakması yeterlidir hayatın. Ama o asık suratlı başarısız bir sihirbazı oynamayı tercih eder bunun yerine, sen aldırma yine de, sadece gülümse ki o da utanıp kırmızıya çalarken trafik lambasını yeşile döndürsün istemeden. İçten olduğu sürece, içine akar gökyüzü. Bıyık altında yapmacık olanıysa, sallanan kafaların eline geçirdiği bıçak ile sempatiyi alıp dokuz yerinden bıçaklarken hapse bile uğramadan geçip gider yanımızdan. Sen gülümse her halin kârını yanaklarına geçirip, tebessümlerini sövgülerden alıp dişlerinin beyazına yerleştir. Çünkü, dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönerken nefesini müdafaa ettiğin her saniye için bir gülücük kazanacak neferlerin, hedeflerin, hedefin yoksa bile hayallerin, tebessümlerin ve kalbin.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »
Parmaklarına konan yaşam ışığını fark etmeden geçirdiğin günlerin hıncını çıkartmak istiyormuşçasına gülümse. Çevrende olup biteni biraz kenara bırakıp, adi insanlardan zihnini arındır ve etrafa sadece gülümse. Düşünme gerisini, birkaç dakikayı kendine ayır, birkaç saati, hayatını kendin için yaşadığını anlaman zaten bu kısa anlardan sonra gelecektir; umarım. Tek bir dudak hareketiyle büzülen yanaklarının kenarındaki tebesssüm kırıntısını takip ederek bulacağın şekerden evin içindeki cadıyı fırının içine atmak için Hulk'ı uyandırmana gerek yok her zaman. Bazen şirinlerin beyaz ponponları da yeterli. Al eline Gargamel'i, bırak dudaklarından gamı kederi.
Gecenin uyandırdığı gündüzlerin ardında gözlerine düşen melodilerin kapağını açtığında altında seni karşılayan nota belki de en değerlindi ve sen onu bulana kadar cırtlak seslerin arasında bir do minör olmaya çalışmışsındır. Oysa piyano çalmayı bilmeden eline kemanı alıp onunla çelloyu idare etmeye çalışan bir baterist edasıyla akordeon çalmaya çalışırken, hakikatte istediğinin sadece şarkı söylemek olduğunu fark eden bir doktorun; okurken kapıdan geçirdiği yıllara yaptığı bestesinin notalarını gitara uyarlamaya çalışırken aslında onu da çalmayı bilmeyişine gülümse. Betimlerken uçurumları aşıp bir şarkının sırtına tırmanarak dağları delen bu klavye için biraz gülümse. Kendin için gülümse, yeter ki gülümse, yetmezse zaten devamı gelir. "This fall." Sen düşme ama.
Ayaklarına düşen kara suları Akdeniz'in bitki örtüsüyle dezenfekte etmeye çalışırken kahvesinde tüten dumanına sadece tebessümlerini bırakması yeterlidir hayatın. Ama o asık suratlı başarısız bir sihirbazı oynamayı tercih eder bunun yerine, sen aldırma yine de, sadece gülümse ki o da utanıp kırmızıya çalarken trafik lambasını yeşile döndürsün istemeden. İçten olduğu sürece, içine akar gökyüzü. Bıyık altında yapmacık olanıysa, sallanan kafaların eline geçirdiği bıçak ile sempatiyi alıp dokuz yerinden bıçaklarken hapse bile uğramadan geçip gider yanımızdan. Sen gülümse her halin kârını yanaklarına geçirip, tebessümlerini sövgülerden alıp dişlerinin beyazına yerleştir. Çünkü, dönüp dolaşıp kürkçü dükkanına dönerken nefesini müdafaa ettiğin her saniye için bir gülücük kazanacak neferlerin, hedeflerin, hedefin yoksa bile hayallerin, tebessümlerin ve kalbin.
Bandını batırıp alıp bastır gitarını.