5 Haziran 2013 Çarşamba

Sandıkta Kimse Yok

     Belirli bir ideolojinin saplantılarına kendimi toplu iğne başıyla dikmediğimi "Sosyal Mesajım Kaydı" isimli yazımda birazcık tahliliyle tasvirini birbirine çarpıştırarak yumurta kırıyormuşçasına omlet kıvamında önünüze tabakta sunmuş idim. Bugünse, son günlerde olan olayların aydınlattığı karanlığın üzerinde kitap okuyan tığını eline almış bir teyze kıvamıyla belki, kelimeleri örmek üzere bir şeyler tıklatmaya geldim buraya. Sanal idealistlik taslaması kısacası. Selamlar!


      Gezi Parkı oturma eylemini olaylar başlamadan önce Twitter'dan takip ediyordum. "Gelin, çimlerin üzerinde kitap okur; beraber şarkılar söyleriz." çağrısının, "Gaz bombası atılıyor, acil yardım!" yakarışlarına dönüşebileceğini kafamın içindeki nöronların arasından geçirip bir gerçeklikle bütünleştirebilmem için herhalde Christian Bale'in Prestij'deki sihirbaz ve kurnaz düşünce yapısını kafama kasketle geçirmem gerekirdi. Ama yapıldı, oldu.


     Polis şiddetinin orantılı, orantısız, üçgensel bölgesini tartışmayacağım. Ortada olan bir durumun vehametini sözcüklere bulayarak klavyede sallandırmaya gerek yok, gazlar oksijende sallandırılırken. Hepimiz görüp, izlemiş insanlarız sonuçta. Vicdanımızın sesi kulaklarımızda yankılanırken burada bir şeyler demeye gerek yok herhalde. Muhtemelen Öyledir yia.


    Ortada verilen bir karar var. Bu karara karşı çıkan, genç ve gayet de sakin kalmış bir topluluk var. Bu topluluğun naif eylemine karşı verilen şiddetli tepkiye kendi tepkisini ortaya koymaya çalışan; olayın boyutlarını genişletip bir birikintiyi de belki bu şekilde ortadan kaldırmaya çalışan coşkulu bir halk var. Özgürlüğü, söz hakkını geri almaya çalışan bir azınlık da diyebiliriz ya da geriye kalan %50. Bu kararın altında imzası olduğu halde direnişe destek olduğunu söyleyen komik bir parti var. Bütün bu karmaşayı yatıştırmaya yönelik bir şeyler yapması beklenirken, ateşe körükle giderek elinde olsa kürekleri oradaki, kendi sesini duyurmaya çalışan insanların kafasına geçirecek bir başbakan var. Ilımlı yaklaşıyor gibi gözükse de aslında, sanki nedense durdurulmuş, tepkisizliğe itilmiş bir cumhurbaşkanı var. "Gülsek mi ağlasak mı?" düşüncesine iten bir belediya başkanı var. Sıfatlandırılamayan bir polis şiddeti var. Ve bu şiddetin boyutu kabul edilmiş olsa dahi devamlılığından bir şey kaybetmeyen bir gaz coplaması mevcut. Çok şey var aslında, her yer çok karışık.


     Karışık diyişime aldanmayın, ortada kesinlikle bir birlik var. Gezi Parkı hele 2 gece önce festival havasında; patlamış mısır patlatan amcalı, çay demleyip termosuna doldurup orada satan bir ticari kafalı, salatalığı soyup öyle servise sunanlı, marşlı, sloganlı... Her kesimden insanın bir bütünlüğe ulaştığı bir topluluk vardı. Halk işte sadece, Halk ekmek gibi; ama bunların mayası sert.


     Bu yaşanan, gelecekte dönüp çokça konuşacağımız direnişi Cehape'ye mâl etmek, Cehape'nin destek veriyorum deyişiyle kendini içine katma çabası... Ya zaten olayların bu raddeye gelmesi hükümetin karşısında işini hakkıyla yapacak bir muhalefetin bulunmamasından kaynaklı değil mi? Çingene kavgasına dönüştürdükleri siyaseti daha ne kadar batırabilirlerdi, zaten halkın sesini kimse duyuramadığı için, duyurması gerekenler de, çıkmadı mı meydanlara?


      Bu, elini masaya vurup ben her şeyi yaparım tarzındaki maço duruşa bir tepkidir. Bu halkın "Yeter." deme şeklidir. Bu halkın direnişidir. Bu şiddetin karşısındaki şiddetsizliktir. - O ŞİDDETİ YAPANLARIN, tatlı dillerini deliğine soksak ya. - Bu kadar insan, bu kadar şehirde, aynı anda, tek bir yürek... Söylenenler arasındaki bağlantısızlık, insanların üzerine atılan yasaklar, sesi duyulmayan; karanlıkta kaybedilmeye çalışılan bir kesimin sesini duyurmaya çalışması, gündem değiştirmek için değiştirilen konu başlıklarıyla karıştırılan halkın zihni... Petrol kanunu tasarısı? Birlik olma ihtiyacı. İdeolojileri üzerimizden fırlatıp insan olduğumuzu fark etme ihtiyacı. Bu kadar insan, çok duygulandırıcı değil mi? Olayları duyduğunda tüyleri diken olup üzerinde amuda kalkmaya çalışmayan yoktur herhalde. Acıyı ve gururu bir arada yaşatan bir şey bu. Tuzlu, tatlı, acı, maalesef biraz fazla acı... ama özünde çok tatlı bir şey bu.


     Şunu da söylemeden gidemiyorum. YEMİN EDİYORUM, bakın, OLDUKÇA CİDDİYİM, başbakanın yurt dışına çıkacağını duyduğumda "Asıl provakatör bu haberi çıkaran, o kadar da değil herhalde, oha?" demiştim. O kadarmış cidden. Optimistlik başa bela, peh.


     Optimistlikten objektifliğe geçiş yaparsak biraz da... Aralara kaynayan provakatörler tabi ki de vardır; ama olayın başlangıcı, amacı, mesajı onlara bağımlı değil, anlamıyor musun hala? - Belki onların da arkasında birileri vardır. - Olay, onların sırtına bindirilmiş bir yük değil. Gençlik kolundan bir genç, oradaki halkı şiddete yönlendirebilir de belki provakatörler. Twitter'da bile var yanlış fotoğraflar, yalan haberler, habersiz medyalar. Her zaman, çıkarcı insan, her yerde ortaya çıkar. Olayın özünü kaçırıp oraya takılırsan ama, oradaki farklılıklardan doğan karmaşık gökkuşağını kaçırırsan, kendi halkından insanları yok sayarsan, yok üstü kalsın burada cimrilik yapmıyorum, ne yapıyorsun sen ya? Bıyıklar engelliyorsa aynaya onları kesip de bakmalı, o kadar yaralı ve öldürülen genç bu hayatta sana hak mıdır? 


     Bir de bir de, yabancı kanalların bu ilgisi de ne bileyim biraz yapmacık sanki? Değil mi sanki? Altında bir şeyler falan? Bilemedim bak.


     O demokrasinin baktığı sandıkta, kimse yok mu? Huuu, komşu?


     Polise "Ne olursa olsun, bitir şu işi." emrini kim verdiyse, bizim gözlerimize düşmeyen uykuyu kendi zimmetine geçirmiş olabilir.


     Son olarak, 2 tweet ve bir alıntıyla kaçıyorum.

     "Nitelendirme sıfatlarının niteliksiz kaldığı niteliksiz dökülüşleri yakılan canların.Böyle değil insanlık;müslümanlık,karıncalık bile olmaz." 

     "Bu şiddet Gazze'de olsaydı eğer, verilen yapmacık tepkiler ve dökülen gözyaşlarından medya bir sel halini alıp üzerimize akardı."

     "Özür dilemek, senin haksız olduğun, karşı tarafın haklı olduğu manasına gelmez. Verdiğin değerin egondan yüksek olduğunu ifade eder." S. Freud 


- Bu tipte pek yazmasam da, yazmam gerekiyormuş gibi hissettim bir şeyler. - 


NOT: OHA ya TDK'da "çapulcu"nun anlamını değiştirmişler. Gülünse mi, ağlanılsa mı, alıp kahkalar dolusu dalga mı geçilse, yapılan hareketin, söylenen kelimenin, cümlenin arkasında mı durulsa? Of bilemedim ki. 


Kısa bir boy ve titrek elden anca bu kadar, Gezi parkı.



Rtük tarafından sansürlenen bölge.

7 yorum:

  1. Optimistlik başa bela, peh.

    :)

    :)

    YanıtlaSil
  2. Vaaaaay, kimler gelmiş, hoşgelmiş.

    YanıtlaSil
  3. bakıyorum da siyasi bir kişilik olup çıkıvermişsiniz mollaahmetoğlucuğum ahahah şaka bir yana, ulusaldan ziyade uluslararası düşünülmesi gerektiğini düşünüyorum. tüm dünya medyasının henüz olaylar alevlenmemişken dahi bu derece ilgi göstermiş olması fazlaca düşündürücü değil mi? başbakanımızın deyimiyle BİZİ KISKANIYORLAR!!-ergen ülke çıkışı- ahahah. arkadaş ben üç beş cümle ardarda ciddi yazamayacak mıyım?

    YanıtlaSil
  4. bu arada ben bulutus, bir harften ibaret kaldım :)
    ayrıca kitap işleri noldu? mail at bir gelişme varsa. ben hala bekliyorum, okumaya fırsat bulamamışlar finaller falan derken.

    YanıtlaSil
  5. Olayları her iki açıdan değerlendirip ortaya kendi mantık ve vicdan süzgecimizde eritilmiş bir şeyler çıkartmamız lazım, bence. Fazla tüylerden kurtulmalı, belki. Az kalmış şeyleri saç ektirme metoduyla zihne dikmeli. Bakışaçımızı 50'den 120'ye yükseltmeli. Şıpıdık öldürmeli.
    Siyasi bir kişilkten ziyade, bir şeyler yazmak gerek gibiydi. Ne bileyim, bir şeyler yazmak gerek gibi hissetmiyor mu insan, olaylara bakınca, görünce, hiddetlenince?
    Hitap şeklinden tanıdım seni, tek harf ve bir nokta. Aaaa d. Çaktım sanırım tavada kızartılmış köfteyi.
    Bir gelişme için henüz erken. Daha 1 ay bile olmadı. Sen de at.

    YanıtlaSil