Bilgisayara takılı soğutucunun sesi gibi
irrrite edici bir konuşma prensibine sahip insanlara ait göstermelik samimiyet
misali sakil bir niyet kara delik olup vakumluyor zamanı, zaman dediğimiz şeyse
değerlendikçe hızlanan bir zavallı. Haha, kandırılmış bir algı tayin ederken
zihinlerin dönüm noktasında düğüm olan gerçekleri, insan egosundan taviz verip
kabullenemiyor aslında kuzu olan fabrikasyon fikirlerini. Hür olmayan
hüviyetlerin hüzün veren gülünç benliklerinde ölçeklendirilmiş dünya,
sınırlanmış tabiatlar içinde çarpık işlenen verilerle dolu. Sınıflarla
ötekileşen bireyler öfkeyle bilendikçe insanlık bileklerinden kan sızdıran bir
kesik alır, sanki intiharın eşiğinde. Yıkandıkça kirlenen beyinler ve doldukça
boşalan kafalar tokuşunca kırılan taraf beşeriyet, beşi bir yerdelerin tozu
kadar değeri olmayan masumiyet delik deşik yerde ve kesik kesik soluyan
gerçeklik sanal bir şölende paravan edilmiş halde yalan sözlerin tırnak
içlerinde.
Neyselerden öteye aşiret yok, örfe uçan tekme atmak adetten. Bir kulak temizleme aparatı lazım arınmak için art niyetten. Cümle belki ahiretten; ama eylem gelir cenabetten, nezakaten necasete batar metanetli felaketler. Manşetinde ibadet saç dibinde ihanet ve bir rivayete göre de hap yerinde feraset. Güzelin hıyaneti ile düet halindeyken riayet, tatlım sendeki bu "kıllık" üffürükçüden mi emanet? Belki de işin kerameti güldürebilmektir Kel Ahmet'i – kafiyeler tükenişin eşiğinde – eşiğindeyken bir afetin, baksana hala elinde el işi ziyaneti(ziyan edilen şey, ben buldum! kafiye için...); bu arada pusulanın ucundan ayaklara serilmiyor bulutların üzerinde vadedilmiş topraklardaki parsellerin iskana uygun velayeti ve artık gözükmüyor bile inayetin silueti. Olsaydı da yeseydik güzel olurdu ama, bol fıstıklı şöbiyeti... – sanırım tükendi –
Alfabede isyan; sahibini garipseyen kelimeler kaçış yolunu sürçmelerde ararken sürtünme kuvvetini inkar eden bir rüzgar yardıma koşmaya çalışır; ama ayağından çekiştiren yavru bir esinti kafasını karıştırdığı için yanlış yöne sapıp başkasının üzerine yığıldığından hedefi tutturamaz, çaresiz kalan kelimeler de çözümü dili ısırtmakta bulur. Ama dişler işbirliğine yanaşmazsa; çünkü acı yüzünden dişlerin dille arası bozulabiliyor ve dilin öfkesi karşısında dişler o kadar sert kalamayabiliyor; beynin oksijen stoğuna sızıp kendi göğsündeki harfleri söktükten sonra mekanizmanın iplerine asar ve üç kere sallar; sonra karışan kafa doğru dizilimi bulamaz ve kekekesintiye uğrar söylemek istedikleri. Böylece sırasını salan kelime de eksik kalmasına rağmen iç huzura kavuşur; çünkü kurtulmuştur o iğrenç sözlerin ögesi olma zulmünün yüklediği sorumluluğun kesme işaretli etkisinden. Hatta kulaktan kaçıp tamamen çıksa oradan muhtemelen eskisinden bile iyi olur. Ama çok zor; çünkü hafıza garip bir şey, vantuz gibi hüp diye içine bir anda çekip kuzu kuzu tekrar ağza getirebilir. Ayy!
- La'dan girip sol'den mi sürçse dilim; ama maalesef ki ben kat'i surette Amy değilim. Gırtlaktan çıkma sesler birazcık cırtlak; ama kalp optimist bir canavar olduğu için bazen kendini şarapevi sanır. Ayy!
Hâşâ fakat biraz Janis Joplin biraz Amy kırması gibi.
Bozuk plak, dalgalı kur, uçamayan tavuk ve öfkesi olmayan yalnızlıklar. Derinlerde hep anlamlar var. Kesintilerin geri ödemesi yok. Hayat bir bozgundur.
YanıtlaSilYa blog'unuzu yeni keşfettim, tarzınızı sevdim, yine geleceğim :))
YanıtlaSilBen de beklerim, sevgiler...
:) yine formdasın, sözcük oyunları ve göndermeler dolu. şarkı saool :)
YanıtlaSilRuhsuz Atmaca: Derinlerde hep bir şeyler var; ama üste çıkana kadar uçamayan tavuğun uçan tekmesiyle savruluyor...
YanıtlaSilMert: Teşekkür ederim, gelirim ben de.
Deeptone: Teşekkürler ve rica ederim deepsio.