13 Aralık 2019 Cuma

Hüptrik Hüviyetler

     Bilgisayara takılı soğutucunun sesi gibi irrrite edici bir konuşma prensibine sahip insanlara ait göstermelik samimiyet misali sakil bir niyet kara delik olup vakumluyor zamanı, zaman dediğimiz şeyse değerlendikçe hızlanan bir zavallı. Haha, kandırılmış bir algı tayin ederken zihinlerin dönüm noktasında düğüm olan gerçekleri, insan egosundan taviz verip kabullenemiyor aslında kuzu olan fabrikasyon fikirlerini. Hür olmayan hüviyetlerin hüzün veren gülünç benliklerinde ölçeklendirilmiş dünya, sınırlanmış tabiatlar içinde çarpık işlenen verilerle dolu. Sınıflarla ötekileşen bireyler öfkeyle bilendikçe insanlık bileklerinden kan sızdıran bir kesik alır, sanki intiharın eşiğinde. Yıkandıkça kirlenen beyinler ve doldukça boşalan kafalar tokuşunca kırılan taraf beşeriyet, beşi bir yerdelerin tozu kadar değeri olmayan masumiyet delik deşik yerde ve kesik kesik soluyan gerçeklik sanal bir şölende paravan edilmiş halde yalan sözlerin tırnak içlerinde.


     Neyselerden öteye aşiret yok, örfe uçan tekme atmak adetten. Bir kulak temizleme aparatı lazım arınmak için art niyetten. Cümle belki ahiretten; ama eylem gelir cenabetten, nezakaten necasete batar metanetli felaketler. Manşetinde ibadet saç dibinde ihanet ve bir rivayete göre de hap yerinde feraset. Güzelin hıyaneti ile düet halindeyken riayet, tatlım sendeki bu "kıllık" üffürükçüden mi emanet? Belki de işin kerameti güldürebilmektir Kel Ahmet'i – kafiyeler tükenişin eşiğinde – eşiğindeyken bir afetin, baksana hala elinde el işi ziyaneti(ziyan edilen şey, ben buldum! kafiye için...); bu arada pusulanın ucundan ayaklara serilmiyor bulutların üzerinde vadedilmiş topraklardaki parsellerin iskana uygun velayeti ve artık gözükmüyor bile inayetin silueti. Olsaydı da yeseydik güzel olurdu ama, bol fıstıklı şöbiyeti... – sanırım tükendi


     Alfabede isyan; sahibini garipseyen kelimeler kaçış yolunu sürçmelerde ararken sürtünme kuvvetini inkar eden bir rüzgar yardıma koşmaya çalışır; ama ayağından çekiştiren yavru bir esinti kafasını karıştırdığı için yanlış yöne sapıp başkasının üzerine yığıldığından hedefi tutturamaz, çaresiz kalan kelimeler de çözümü dili ısırtmakta bulur. Ama dişler işbirliğine yanaşmazsa;
çünkü acı yüzünden dişlerin dille arası bozulabiliyor ve dilin öfkesi karşısında dişler o kadar sert kalamayabiliyor; beynin oksijen stoğuna sızıp kendi göğsündeki harfleri söktükten sonra mekanizmanın iplerine asar ve üç kere sallar; sonra karışan kafa doğru dizilimi bulamaz ve kekekesintiye uğrar söylemek istedikleri. Böylece sırasını salan kelime de eksik kalmasına rağmen iç huzura kavuşur; çünkü kurtulmuştur o iğrenç sözlerin ögesi olma zulmünün yüklediği sorumluluğun kesme işaretli etkisinden. Hatta kulaktan kaçıp tamamen çıksa oradan muhtemelen eskisinden bile iyi olur. Ama çok zor; çünkü hafıza garip bir şey, vantuz gibi hüp diye içine bir anda çekip kuzu kuzu tekrar ağza getirebilir. Ayy!


- La'dan girip sol'den mi sürçse dilim; ama maalesef ki ben kat'i surette Amy değilim. Gırtlaktan çıkma sesler birazcık cırtlak; ama kalp optimist bir canavar olduğu için bazen kendini şarapevi sanır. Ayy!



Hâşâ fakat biraz Janis Joplin biraz Amy kırması gibi.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

4 Ekim 2019 Cuma

Safsata Kulesi

     Kafamdaki hesapların içinde hep zamlandım, zararlarım optimize olurken cebi doldu insaf budalası safsata kulesinden aşağı bıyık sarkıtanların. Yaraları saracak sargı kalmadı da akıl saldı Polyanna'yı tatlı tatlı; ama miyop olan gözlerinde pembe silikleşmişti, uzaktan gelen o çisimle yine siyaha bulandı sarfiyatlarım. Ondan şimdi tadilat sayın kelimelerin tınısından sızanları; orijine sadık bir malzemeyle ikilemleri tentürdiyoda banıp ruha ahzeden bir tamlamanın sırtındaki kana bulandı canım, yüklemden kaçan bir özneye dönüşen kinayeleri yama yaptı da yarım kalmış çeyrek artmış düşüncelerle bir hışımda gitti hışım. Ya belki de zamanı vakumlayıp balona doldurduktan sonra patlatarak ambiyansın dengesini bozacak espritüel bir tanrı parçacığı lazımdır, böylece rant uğruna kalbin kirişlerine kum karıştıranların hesapları karışır da adisyon fazlalıkları göbeklerine yapışır ve yağ bağlamış insaniyet fazlalıklarından kurtulup filinta gibi bir kalori olduktan sonra genetiğimize sızar, toplumsal hafıza denen meredin tombul parmaklarından etrafa bulaşıp. Ama...


     Tarifi bir kaşık suda boğulan iki taşım kaynatılan üç kuruşluk malzemeden toparlama dörtgen bir borcama sığıntı beş su bardağı unla kavrulmuş altı yanık hisler yedi ve sekizinci tabaktan sonra anca "d"okuz 
diyebildi, oldu saysak mı? – aslında bencil değildi; sanırım sadece onların yemesini istemedi. Bağcık yaptığı benliği çorabından içeri sıkıştırma hazzıyla zihnini dolduran bir intikam planı kurdu aç kalan taraf; ama taraf tarafa toplanınca sıfıra eşit oldukları için nihayetinde sonuçsuz kaldı, soluk bir buhrandı ya da sadece göze kaçan lanet bir buhar(Ayrıca...).


     Sanayi Devrimi sonrası keşfedildiğinden beridir köleliğin kendi omuzlarına yüklendiğini hisseden buharın döndürdüğü çarkların gömüldüğü çakranın kapalı gişe oynadığı ağrılarda çat diye çatlayan çıtkırıldım hisler var; az sitemkar, biraz laylaylom, fazlaca hokkabaz. Mürekkebi hokkadan alan tüy gibi kanı damardan çeken o anlarda yüzde oluşan mimik tiyatrosunda bir "duygusal belirsizlik" patlayınca, suflör zihne ulaşana kadar kelimeler ses tellerinde figüran olurmuş; belki atlayıp camdan kaburgalarını kırar ya da sahnesi kesilip hiç yokmuş gibi varlığı son bulur. Zaman da zamlanır, anıları ince bir zara sarıp kutulara kaldırır ve hafızanın derinlerinde kendine bir dükkan açar. Sonra da bir zar atıp kaderin istediğini seçtikten sonra projeksiyona bağlayıp insanın aklında oynatır; arka fona aldığı müzikle kendini yönetmen addeder; oysa yöneten de yönetilen de yoktur; çünkü yöneten Çağan Irmak iken yönetilen Shrek'teki eşektir ve bu birleşim imkan dahilinde olsa bile imkan dahilinde değildir. - bir yere bağlamak istemeyip bir yere bağlasam mı derken bir yere bağlamayınca bari bir yere bağlanmış gibi olsun diye şöyle mi desem?: - Çünkü imkan dediğin şey, imaj ile kanaatin birleşimidir...

- Yokuş fazla dikti, ondan kesildi nefes
Yorum yapma git bir, sana düşmedi esef
Yolunacak tüy gibi bittin, adın teres mi?
Yoğun hatlı yüzün çok güzel, koysana Pinterest'e!

Kusura bakmasın şairler, yazarken eğlendim.



Albüm çıkalı neredeyse 1 yıl olmuş, üzgünüm kulaklarım yeni fark ettim...
Ayrıca Özlem, Tekin kadınsın artık sen de mi dönsen?
NOT: Artık soyadını biliyoruz!
NOT2: Hiç merak etmemiş olsak da...
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

1 Mart 2019 Cuma

Tütsülenmiş Zaman

     Tebessüme yatırılmış suratlarda tüten yanık kokusunu kapatmaya çalışan vanilya aromalı bir öfke, havayla temasında dönüştüğü küle eklediği bir bardak şekerle dönemediği dünü karıştırırken tütsülenmiş zaman parmaklarına dolanıp tuz ekletti önündeki karışım demeye bir asırlık şahit isteyen şeye ve yoğurmaya başladı ne olacaksa olsun artık diyerek. Bitirdiğinde nihayeti cenabetî haliyle yakaladığı topaklara bakarken bir anda zaman durdu; gastronomik bir kıyamet karın guruldama sesiyle kronometreyi çalıştırdı, baharatlar aleminden acı bir çığlık koptu, ortaya çıkan şeyi görenler ağızlarından konfeti gibi öğütülmüş tiksintilerini saçtı, yemek tanrıları ise "Bu insanlardan bir omlet bile olmaz." diyerek kaşıklarını Zeus'a teslim edip dünyayı terk etti; bunu duyan yumurtalar bir anda döllenip kuluçkaya yatarak içinden civcivleri çıkarttı; bu civcivler mutfaklardan kaçıp kent meydanlarında bir araya gelerek; sanki bir mesaj vermek ister gibi; topluca içtikleri pul biberlerle yemek tanrılarının peşinden gastro-cennete doğru havalandı. Bir anda eriyen bedenleriyse havaya karışıp izleyenlere gaga çekerken ağır çekimde bulutların içine doğru çekilip gözden kayboldu.


     Dünyayı gastro-vasküler boşluğa mahkum eden yemek tanrıları, anüs kılıklı yeme alışkanlığıyla suçladığı insanları bulunduğu yerde dahi rahat bırakamadı; elinden bütün iyi aşçıları alıp uzayda yeni bir gezegen kurdu; gurme kılıklı sevimli pis boğazları da eklediği kafile ile öfkesini bir nebze de olsa hafifletmeyi başardı. Geriye de dalga geçer gibi; sadece yulaflı tarifler yapmayı bilen, diyetizm akımının öncüsü olan, adı "yemek bir zevk işi değil, yaşam fonksiyonlarını yerine getirtse yeter" anlamına gelen Yemei Vei isimli yarı İspanyol çeyrek Fransız çeyrek Türk aşçıyı bıraktı.


     Sokakları zamanında sosyal medya için çekilip belki de yarısı çöpe atılan fotoğrafları bastıran milyonların isyan çığlıklarıyla yoğunlaşmış dev toz bulutları kapladı. Herkeste yoksunluk belirtisi histeri krizleri ve yıllarca gerçek yoksulluğun içinde tükenen hayatlara dair gerçek bir farkındalık oluşmaya başladı. Bu sırada fiyatları fırlayan marketlerdeki hazır ürün stokları anında tükendi; fakat tanrılar onları da düşünmüş ve gitmeden hepsini azot gazıyla oksitlemeyi - böyle bir şey yoksa bile var gibi yapalım - ihmal etmeyerek imha etmişti tabi.


     Küresel ısınma bu toz bulutlarından çıkan gazların soğutucu etkisiyle bir parça da olsa yavaşladı. Aslında kıyametin filan geldiği yoktu; bilakis her günü azapla marine edilen hayal kırıklıklarıyla tatlandırılmış saatlerin kapladığı yeni bir dünya düzeni oluşmaya başlamıştı. Baristalar da yoktu artık, şimdi yokluğunda değerlenen çiftçiler de, hayvan yetiştiricileri filan da alınmıştı ve geriye gerçek hayvanlar; hayvandan daha hayvanlar, aşağılık mahlukatlar; kalmıştı sadece...


     Damardan müzik sektörü patlak verdi bir süre sonra, geçici hazlarla uyarılan ruhtan kaçak hatla mideye geçişi sağlayan elektrotlar icat edildi; ama bağırsakları kandıramayan bu metot birkaç saatlik etkiye haizdi ve kimse için yeterli değildi. Bir yumurta kırmayı becerebilenlerin ilah addedildiği zamanlar geldi; ama laboratuvar ortamında üretilen yumurtalarla hiçbir şey eskisi gibi olamadı. Nüfus gittikçe azalmaya, azaldıkça doğa yeniden eski kudretine kavuşmaya başladı. 


     Umursanmadan nesli tüketilen canlıların intikamını alırmış gibi şimdi insan ırkı tükenişin eşiğine geldi. O tükendikçe ağaçlar yeşillendi, saprofitler kemirdikçe bedenini çiçekler açmaya başladı, insanın artık yıkım yapacak hali kalmadığı için doğa ananın rahminden yeni harikalar türedi. Dünya daha iyi bir yer oldu sanki, insanlar için değil belki; ama insanlara rağmen güzelleşti. Oksijeni allık yaptığı yanaklarına okyanuslar doldu, karbondioksitle yıkadığı bedenine yeşillikler oturdu, güneş ışığı ile kamaşan kirpiklerine tabiat rimel oldu ve ayaklarına kara sular değil yeni filizlenen geleceğin kökleri inip beş yüz altmış sekiz milyon yaş gençleşti.


     Bütün dünyayı mahveden o karışımın ne olduğuna gelirsek, başta sadece onu görenler ve değerli devlet büyükleri tarafından bilinen, içeri atılma korkusuyla sır gibi saklanan; ama zamanın getirdiği kaotik serzenişlerin tuzladığı atmosferin gerekliliği olarak sonunda açıklanan o şey; insan neslini - en azından dünyadaki insan neslini - tükenmenin eşiğine getirip kapıyı suratına çat diye kapatan o karışım, "vanilyalı bulgurdan çikolatalı çiğ köfte"den başkası değilmiş. Öyk!


     Olayın üzerinden yıllar, yılların üzerinden uzun eşekle asırlar geçti şimdi. Biz sevimli pis boğaz kafilesinin torunlarının torunları olarak bulunduğu çevreyi dağıtmadan mutualist bir yaşam alanı oluşturmaya çalışıyoruz. Ama özünde insan, özünde vahşeti çağrıştıran minik kıpırtılara sahip bir canavar ve yine derinlerde en yüce can benim düşüncesiyle diğer canlıları umursamayan bir varlık olarak; yeni kıyametleri yaşamayacağımızın bir garantisi yok maalesef. Çünkü varoluşumuzun temelini yok edişlerle sağlamaya programlanmışız. Ama dostlar, sevgili sevgileri sevgisizliklerin üzerinden alıp sevgiyle etrafa saçan yoldaşlar, hayatın sillesini yemektense çayın yanında bir simiti mide asitlerine göndermek daha sağlıklı sanki.

"Hak ettik, nasıl yok ettikse seni... dünyam!"

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

2 Şubat 2019 Cumartesi

Beyinle Kalp Arasına Çekilen Dikenli Tel

     Sözcükler aleminden tutup başucu kitabı niyetine dudaklarıma pelesenk eylediğim bir eylemin gerçekleşmesini bekleyen gözlerime sürme olan umudun üzerinde ılındığı tezgahtaki lekeleri paklayamayan; adına bezginlik dediğim; bezin içinde biriken isli hislere dokunduğunda aside dönen suyun kaldırma kuvvetine öfkeli yağ gibiyim, inceldiği yerden kopmama birkaç kilo kaldı sanırım. Daralan ruhu basenlere iletmeli ve iletken bir tel çekip tüm kalorileri eritmeliyim gibisinden sakinleştirici absürt düşüncelere dalmışken birden elekte kalmış un parçaları gözüme ilişti, durduramadım; o tanıdık gülümseme araladı dudaklarımı sinsice. "O bile atabiliyorsa fazlalıkları bünyesinden..." dedi gaipten bir ses; adına guruldama da diyebiliriz; "...sen niye yapmayasın?" İki mili amperlik bir devrenin son gücüyle kısılarak yaktığı bir ampul çaktı kafamın içinde, klişeyi yerine getirmek adına el çeneye dokundu hemen, bir kaş havada kısılan gözlerin önüne bir senaryo düştü, o sırada yüzde bir anda beliren sivilce varlığıyla sinir bozup kafayı dağıtmaya çalıştı çaktırmadan; ama beyhude bir budalalıktı hemen patlatıldı kerata. 


     Koltuğa geçtim, beyinle kalbin arasına çekilen dikenli tellere yığdım içimdekileri ve bekledim, yüzünün bir tarafı kanlı kazanan çıkınca ortaya yanaklarını temizleyip kucakladım kaderi. Yapılacak belliydi. Ayaklanıp çantaya doldurdum emaneti hıyanete dönüştürenleri sarsacak birkaç emaneti: bir silah, dolu bir şarjör, yedek mermi, bir biber gazı, ne olur ne olmaz diye bir bıçak, bir sargı bezi, bir Baticon, biraz pamuk. Daha fazla doldurursam alışveriş listesine dönecek diye durdum sonra. He bir de yolda acıkma ihtimaline karşın özenle hazırlanmış; pesto soslu mozerellalı tavuklu bir sandviç.


     Yalan olmasın, kalp atışlarımı dişleyip kusmuk olarak dışarı çıkmalarını engelledikten sonra anca dışarı atabildim kendimi. Aslında alışkın olmadığım bir durum değil; ama maktullerimle genellikle nefeslerini verirken tanışma gibi bir huyum vardır, ilk defa olay örgüsü fotoromandan fırlama bir seriyle kafamın içinde belirgin bir yüze çarpıyor şimdi. Şirketten para kaçırıyormuş gibi bir his var içimde, günümüz mekanik kapitalist dünyasında cinayet unsuru bile ürünleşmiş sanki. Her neyse efenim, arz ettiğime talep olmak benim de hakkım. Hele bu sefer; hak, parmaklarımda vuku bulmak için kulaklarımı patlatır bir güçle ruhumu tırmalarken; bu güdüye karşı koyabilme imkanım ellerimden düşüp yerde bin parçaya bölünmeye tam bir parça kalmışken tozlu bir parçanın apansız belirip devrilmesiyle son anda sayıyı tutturabilmişken.


     Rüzgar yüzüme değince kendime geldim, hem neydi o ilk sigarasını içerken etrafta tanıdık var mı diye tedirgin olan ergen tavırları, hiç! Arabaya binip öfkemi navige ettim, - bayağı ingilizceleşmelerden oldu bu, hay klavyeye nereden düştüyse, neyse bunu kasıtlı bir mesaj veriyormuş gibi yapayım: Navige? Plaza dilinde: Ayn, zıvay, dıray... Yemedi, dimi? - dikkatimi kafamda kurguladığım olayın içine vakumlarcasına çekmeye çalıştım. İş başa ya da şarkıdaki "he shot me down bang bang"in taraflarını döndürüp yere düşmüştü.


     Olmazsa olmaz eldivenlerimi takıp arabayı köşeye park ettim, eldivenleri takarken; sanırım öfke gözümü kör kulaklarımı aşçı etti; harlı tavaya yerleştirilen et gibi iştah kabartan bir cızzs sesi geldi. Bu da sandviçimi hatırlattı bana. Yakıtımı tüketip arabadan indim.


     Evin bahçesini görebileceğim bir yere çıkarken omzumda bir hobbit belirdi, "Hani," dedim "normalde melek gelmiyor muydu buraya? Alağşkına Yüzüklerin Efendisi'nin gizli kalmış sahnelerinden birini mi çekiyoruz canım?"
     Terbiyemin söylemeye müsaade etmediği bir el hareketi yaparken "Haha çok komik. Onun işi başından aşkın, benden rica etti." dedi ve "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" diye fırçalamaya başladı beni. Ben de belki tutar diye parmağımdaki bir milyoncudan aldığım yüzüğü göstere göstere çıkartıp ilerideki apartman boşluğuna attım; gözleri parladı ve pat! Yok oldu şapşal. 


     Silahı çıkartıp hobbitin ısıttığı omzuma yerleştirdim. Nişan deliğinden görüyorum şimdi onları, artılar ve eksiler kafamda bir bloknotun içine kendiliğinden yazılmaya başladı: Taraf tarafa toplayıp birbirini sıfırlayan parametrelerin nihayetinde... acaba doğru kararı mı verdim?

- Üşenmezsem "to be continued"a bağlanmış bir yazı başlangıcı olmuş olabilir, "devam edecek"ten havalıymışçasına araya karışan ingiliççeye lanet edişlerde...

İsim kuzeni için: Kan Beyinle Hararetli Bir Münasebette


Sevimli bir melodi. 
Ayrıca, bulunduğu albüm baştan aşağı dinlenilmeye başlanınca uyuma garantili.

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

30 Ocak 2019 Çarşamba

İki Ucu Çikolatalı Kremaya Bulanmış Değnek

     İnce belli bardağın yağlı baldırından tutan tontiş parmakların dudaklarındaki yağdanlığında Makbile'nin kaymakları lıkır lıkır kaydığından bir nebze "geriiğ" diyesi geliyor insanın ağzını her açtığında. Farzımuhal ağzı hisar kelimeler tutsağında bittabi kriminal tabi düşüncelerden düşen tıkırtılar; yani demem o ki farzlar ve misaller cünip ruhlu bıyıklarda caiz olup faiz alır her doğru sözün temerrütü kıstasında. Zihnin prizlerinden enerji elde eden edimlerin evindeki pencerenin panjurları pembe değil de bahçesinde yetiştirdiği cevizlere dadanan kargaların göz altları pembeleşmiş, gagalarında sek bir umut arabaların üzerinde çizgi çizgi yeşillenip kamusal alanda biçimlenir; buna da hayallerin fotosentez yaparken fasulyeyi fazla kaçırması denebilir.


     Ağızdan çıkmamak için dişlere kendini zincirleyen sözcüklerin mücadelesinde destek kuvvetin - alyuvarların sinir hücreleri teşkilatına mensup tükürük bezindeki müttefikleri - müdahalesi sonuçsuz kalınca dili bibere gömermiş tat reseptörleri de can havliyle oksijene dalan sözlerin geri dönüşü anca bir sinir hücresinin aksonuna bağlı olarak tecelli edebilir-miş; ama aksanlı, yanlış telafuzlara maruzlu. İnsanda mağrur bir mağdurluk sağduyuya sol kroşe atarmış sonra; ama yo bir aparkatla indirilen "üste çıkma çabaları" nakavtla naniklenir kusura bakmayın. Oysa olacakları engellemeye çalışmıştır sözcükler - #direnolmayandilkemiği -; geç anlaşılır ağrıyan diş değilmiş de içmiş meğer. İçi geçmiş dışı gelecek olan bir hisle hareket ederse eğer insan, kafasına açık şemsiyeler kapanmayacakmışçasına bir bir düşer. Muson yağmurları marinasyonunda çamur yağar üzerine, saçlar da bozulur fönlenmiş fikirleriyle. Karışır kafa, yapışır surata tatlı bir rüzgar; ama ulaşılabilen tek yer iki ucu çikolatalı kremaya bulanmış değnektir.


     Haydi şimdi yektir, attığım zar düşüp Einstein'ın kafasına isabet ederken bizi kıskanır mı Newton ya da dübeş gelirse dobişliği yeryüzünden silebilir mi Nowzaradan? Belki buz parmak yiyişimizin domino etkisiyle kardan adam güneşle kaçak anlaşır ve zeytin gözlü yârine ulaşmak için havuçlardan patika çizip Hansel'e göz kırparken kendini bir anda bir gratenin patatesi olarak bulur, reenkarnasyonu mide asidinde sonlanırken; eleştirmek bize düşmez; keşke bir hortkuluk olaydım diye iç geçirir. 
     Böyle paralelken kesişiriz, alakasızca izafiyetin içine düşer kirpiklerimiz, ne kadar saçma gözükse de aslında hiçbirimiz; bir elmanın kurdundaki müsveddelerden bile işlevsel değilizdir, kim bilir? Hayır efendim, hepimiz bir elmanın iki yarısı değil miyizdir; yeşil ve ekşi olsa da kimisi proteini ya kabuktadır ya çekirdekte ya da yetiştiği ağacın kovuğunda terk edilmiş de olabilir. Hııı, öyleyse kurtlanmış kalbinin ta dibinde aramaya gerek yok cevabı; çünkü soru yanlış; çünkü sonu hep kış; çünkü herkes ılıman iklim kuşağına giderken o, dallarından yaprakları yere atan hırçın bir ağacın koynunda uyuyakalmış, ne yapsın? Ayran içmiştir ve "i can't run" olmuştur belki de... - Öykler havada uçuşup tam kalbime kustu... -


- Gözlerimin içinde sadece çapak var,
ruhumda su alıyor oluşmuş tüm çatlaklar.
Yakacağım evreni elimdeki çakmakla,
şu dübeli kafandaki boşluğa çakmak var.
Kaçak enerjiyle dönüyor hayaller çakramda,
ne anahtarımı bulabildim ne umudu çantamda.

Bütün şairlerden özür diler, kafiyelerin alnından öperim. -



Tepinedurdururken yavaşlatıp sonra tekrar tepinedurdurtan şarkılardan.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

20 Ocak 2019 Pazar

Kan Beyinle Hararetli Bir Münasebette

     Kalorifer peteğinden yayılan sıcaklığın partiküllerine sığıntı bir içtenlik kırıntısına gizlenmiş kelimelerle çitlendik, kabuklarını attığımız benliğin kenarlarından sızan şevkat ışığından yayılan samimiyetsizlikle bitlendik derken bir fiske ile kendine geldi hisler; aynada yansıyan süper-kahraman bir el şıklatışıyla ışıkları açtı; oha falan olup Yoda'nın felsefi düşünceleriyle yuhalandık; çünkü biliyorduk şirazesi şad edilen mimiklerin ekseninde koca bir dünya vardı ve sırtındaki ağırlaşmış yüklere detoks uygulayarak toksinleri atmalıydı. Ondan mütevellit kanalizasyon deliğine kanalize düşünme gücüyle bir fikir oluşma aşamasına girdi, sonra kapı çalındı öküzlemesine, "Dolu!" diye bağırıldı ve üşüşen bütün fikirler infilak olup sifonun girdabında karanlık bir yolculuğa usulca uğurlandı.


     Dışarı çıkıldığında katil gitmiş, aynada surata boca edilen su yanaklardan sızarken hemen bir peçete ele geçirilmiş; ama geç kalınmış; çünkü göğüs bölgesi namahrem çizgiler oluşturarak bir göl edasıyla kötü bakışlara sebebiyet olabilecek biçimde şekillenmişti. Yani sadece iki damla su dökülmüştü, aslında moleküler teknoloji yardımıyla gözlenebilecek bir nemden ibaret. Ama o kötü bakışlar, aşağılık bıyıklar için bu önemsiz bir detay. Mont üzeri geçirilmiş, soğuk mu sıcak mı olduğu anlaşılamayan o ahmak havanın egemenliği altında titreyen rüzgârın estiği sokağın kaldırım taşlarında tıkırdayan ayakkabı seslerinin arka planda bir metronoma dönüştüğü caddeye çıkılmış, dudaklardan bir duman bulutlara ulaşmaya çalışırken saatin farkına varılmasıyla unutulmuş bir eylemin umulmadık vicdanı bir anda dudaklara o tanıdık "of"lamayı geçirmiş; ama karşıki dağlar yıkılmamış; çünkü çoktan üzerine binalar dikilmiş; uzak uzak diyarlara kadar çirkinliğiyle insanların gözünde "doğanın manzarası"nı katletmeye çok önceden başlanmış; zaman öfkelenmiş, insan vahşileşmişti.


     Adımlar hızlandırılmış, kalabalığın artması akabinde yarış pistindeki manevraların benzeriyle yayalar sollanmış, otobüs durağı "tünelin sonundaki ışık" misali varlığını hissettirmeye başladığında yüzdeki mimikler rahatlamanın sinyalini vermiş çatçat, adımlar koşmaya hazırlanmış, ışık yeşile döndüğünde depara başlanmış; ama kırmızı ışığa aldırmayan öküz bir şoför şak diye soldan soldan kaburgalara dayanmış, yere kapaklanılmış, zihin boşluğun içine çekilirken son bir kelime dudaklardan aralanmış: Gerizekağlı!


*

     Gözler camdan yansıyan ışığın taramasıyla kamaşarak açılmayı denerken yanında kazanın şahidi bir kadın heyecanla "Uyanıyor." diye bağırmış, sonra yaşanan olay zihinde belirginleştikçe el ile vücut yoklanmaya çalışılmış, sargılar hissedildiğinde kahverengi saçlarda görece bir sararma varlığını hissettirmiş, "Çok geç kaldım." denilerek ayaklanmak istenilse de vücut "Nereye gittiğini sanıyorsun sen?" ağrılarına başlamadan karşıdaki kadından vaziyet dinlenmeye başlanmış, telefon istenmiş; kırılmış külüstürün selamıyla kan beyinle hararetli bir münasebete girmişti apansız. Kadın kendi telefonunu uzatırken ezberdeki silik numara rakamlar aleminden güç bela çıkartılıp ekrana yazılmaya çalışılmış, karşıda ağlamaklı bir sesin titremesiyle karşılaşılmış, yanındaki kadına hangi hastanede olduğu sorulmuş ve o acı cümle karşıdakine aktarılmış: "Yetişemedim, angutun teki...", kaburga sarsan bir öksürük, "çarptı bana X hastanesindeyim; ama canımın çapı tüm dairesel dünyanın hacminden daha fazla yoğunlukta yanınızdaydı." Karşıdaki sanki bir küfür savurmuş, gözler taşan bir ırmak olup yanaklarda şelaleye dönüşmüş, "Son bir şansın vardı," demiş karşıdaki, "artık umrumda bile değil." ve şak!


     Telefon kadına geri uzatılırken teşekkür edilmiş, angutun kaçtığı ama plakasının alındığı aktarılmış, dünya geoidlikten istifa ederken sivrilip bir bıçağa evrilmiş ve kalbinde delik deşik olan evren bir patlamayla suratındaki yaşları bardağına doldurup mel'un bir kafayla hüp!


     Yine hiçbir şey olması gerektiği gibi olmamıştı ki zaten olması gereken de yazgının müdahalesinde kurgulanan hayal fantezilerinden ibaret birkaç gevelemeden ötesi de değildi belki. Kadına artık beklemesi gerekmediği söylenmiş, kadın da alnına bir öpücük kondurup telefon numarasını eline tutuşturmuş, kadın gittikten sonra kağıt yuvarlanıp çöp kutusuna üçlük olarak sokulmuş, her şey hiçleşmiş ve bütün hiçlik piç olmuş içinde. Ayrıca, alından öpmek de ne romantik bir absürtlük örneğine nail olacak bir harekettir canım?!


     Oysa yıllardır görmediği ailesinin trajedisine ortak olup yeni bir liman gibi onlara sarılmak, yıllar önceden diline dolanan bir şarkıyı sonunda aklından atmasına yardımcı olacakmış sanırım. Saçma hikayeler örüntüsünde saçma olay örgüsünde saçma zaman hilesinin saçmalığına gülünmüş bir anda, "Ulan," denilmiş, "dünya sen cidden mazoşist bir kara mizah profesörüsün. Keşke Snape olsaydın."


- Buraya kadar okuyabilen gözlere selam, sözlere salamura.


2017 Vega, 2018 Şebnem Ferah... peki 2019 Özlem Tekin?
Aşkın her şeyi affedip affetmeyeceği muallağında kimsenin bilmediği bir sürüklenişin ardında gözleri oyulan kargalarla dağları delip sisli yolları aydınlatırken cinayet sebebi olan onca şeye rağmen yatağı bozup arkaya bakmamak mümkün mü, sayın rocker Zeyna?
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

30 Ekim 2018 Salı

Düşüncelerin Bağlantı Noktasında Direnen Hisler

     Nüktedan bir lütfü al sok meçhuliyete üstü de kalsın elinde, sonra hafif gerin de etkisini göstersin hisli paslı yeminle; hem belki öyle bir parça olur ki o bütünler eksik kalan ruhunu da hortkuluktan bozma cibiliyetinde cenk eden dünya feri alır üçüncü vitesten frene ve çatpatyüsyuvarlak bir şekilde kalırsın ortada, "keşke dımdızlak olsaydım" diye düşünerek. Slow-motion kalan düşüncelerin yetişemediği edimlerin içindeyim, sanki atlasam aşağı ya bir kahramanım ya da denize düşen bir gerizekalı. Zaman hızlı değil hayat kısa ya da hayat kısa değil insan antilop sırtında her şeyi isteyen yavru bir ceylan avındaki doymayan tilki hırsında ıssız.


     Aslında o fındık kabuğunu çeken dertler kana karıştığı günden beri hiçbir şey düzelmedi, sanki bulutlar yağmur diye benim için özel üretilmiş taş yolladı gaffama gaffama doğru, pek umursamadım; bu sırada ben de kağıda sarılı bir paket kadar savsaktım ya aslında kendi kendimi de sarsacaktım ama paralel evrenden bir hat çekemedim aynaya da temasında gerçekliğini kaybetti tılsımım. Ben de tırsarım diye yanıma aldığım ışıkları tükettim; böylece karanlığa gömüldü kafamın içinde dönüp duran düşüncelerin bağlantı noktasında direnen hislerimin inleri. Hat döşeyemedi iliklerim, iletişime geçemedi sözcüklerin kurduğu dernek bozması cemiyetim; pişti birden cenke salik hücrelerim ve ivmelendi sinirlerim deli gibi; çünkü deliydim hey deli gibi deliliğe mani olamazdı onların alimanelikten devşirme dervişlik halleri; çünkü madden ve manen hiçbiri halen samimi değil.


     Dünyadaki en derin alnı karışlayan zaman, kaç karışlık an feda kırışmayan cildinin mezarlığında; ak düşen her saç kaç karıştan yaklaşıyor ihtiyarlığa? Ne kadar çaldın bizlerden söylesene; şşşş; hem belki aramızda kırışırız, birlikte saatlerin içine karışıp saniyelere nanik çeker ve saliseleri sollayıp anatomik saatimin çarklarını yavaşlattıktan sonra bir şekilde durdururuz? Ben de bilmiyormuşum gibi "Aaa sürpriz." derim. Olmaz mı?
     Olmazsa o zaman rica ederim gel birlikte iltica edelim, irticai halleri iki kafiyeyle infilak edip bu monotonluğu kesip koyunluğun gündeminden istifa edelim. İstirham ederim öyle bir şey değil yıkmak vaatleri, vade nerede son buluyor zaman; al parsellenmiş künyeleri de nefes dolsun ciğerlere onlar mundar demeye başlamadan; bu aralar küresel bir diyetteyiz lokmaları boğaza sokamaz vicdanlar.


- Dünyanın çivisi çıkıp uzayda üç tur attıktan sonra geri geldiğinde yerini bulamadığı için böyle kafayı yedik sanırım; betonla düzdük ya her yeri onun da suçu yok neticede evsiz kaldı. Plüton'da bir kontenjan açılmış öyle duydum, oraya gidip orayı gezegenleştirme planları varmış. Olursa eğer bizi de çekse mi oraya; uzay filmlerine de pek bayılmam ama yer çekimini çekmekten de yoruldum artık hafifleriz biraz; neden olmasın?

NOT: Cumhuriyet bayramımız kutlu ve yıpranmış günümüze rağmen geleceğe dair umutlu olsun.


Delinin yıldızı düştükçe kalkıp kulağa tekrardan girmenin yolunu buluyor, sevgili Vega.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

17 Temmuz 2018 Salı

Dünyaya Kusasım Var

     Hayata dair bir hazımsızlığa haiz, hayallere hakikatler üzerinden bir faiz alıyor hain, caizlikle canilik arasında bir vaiz çocuk bedenleri üzerinden yalpalanıyor insanlıktan tavizinde zalimin. Devir daim halinde; ama belki de çok önceden durmalıydı. Öyle bir hale geldik ki sevgili gözleri kelimelerin üzerinde salınıp cümlenin sonuna ulaşmaya sabredebilmiş okurcum, insanlığın ölüm seremonisine çığlıklarla eşlik edip en tatlı melodiye mâl edebilecek kadar mallaşmışız; -mışlı -dili tüm geçmiş zaman dilimlerine ithafen bir kararmışlık hakiminde savruluyor yaman hışım. Ne üstü kaldı ne hazı, dökülen yaşın hesabı açık kaldı artığında sönen kışın. Alın içimden beni, dayanamıyor bunu gören dışım; alın içinden özütünü bu vahşeti tetikleyen başın ve yakın içine küllerinden vicdanı bir taşım. Hicranın boğazları yakışının ters olması lazımdı hayatın akışına ya dur bir saniye kaptan kenara çeker misin; benim dünyaya kusasım var.


     Gelecek herkese bir hizmet sunmaz, "müşteri kovma hakkı"nı saklı tutup atar dışarı nicelerini, yakar gülümsemeye başlamış dudakları, alır elinden şekerini ve göstere göstere çöpe atar. Artık bir ruh, yanık bir kalbi tetikler ardından. Ateşi köze dönüştürür ve anlaşılır ki kalp bazı yerlerde sadece bir pompacıdır, kanı kaçak yoldan imal eder; şerefi parekendecide satışa çıkartmış dolandırıcı bir idareden himayedir. Bundan dolayı kan beyniyle buluşmakta başarısız, beyin de zaten karantinada iletişimi dışa kapalı, bitkisel; ama fotosentezin ucu açık. Namütenahi ihtimaller dizisinin angut alimlerine denk düşüp düşük yapan insanî değerleri tekmeleme sporuna düğümlendi tepesine kadar hıyanete gömülmüş boğazlar, "düşene bir uçan tekme de bizden" kampanyası kıyasında bir yarış başladı kıyasıya.


     Aslında ufuk çizgisinden bir eğri çekip bulutlarla arasına yoğunlaşıp meditasyonvari bir dinginliği sırta bindirip dingilleri atabilirdik, atı alıp Üsküdar'dan feribota bindirip Eminönü'nde bir balık ekmek ısmarlayabilirdik. Sonra oradan yallah tarihin on parmak toz altı kalmış yırtık kağıtlarının arasına, zaman makinesi benzeri bir zihniyet düzeltici yardımıyla aman aman.


- Sağdan soldan koşarak geliyorlar İfot, bir aparkatla da savuşturulamıyorlar Ali.


Bet sesleri tek celsede boşasa ya kulaklar, antisinden bir "naknak".
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

15 Haziran 2018 Cuma

Ruhun Mezosferini Dağıtan Atmosferdeki Meteorlar

     Yanlışlıkla canıma kaçan camı açık unutulan yalanların üfürtülerinin üzerinde birikmiş süprüntü tabakası bir kül olup dudaklarda folklorik bir dansı icra ederken alacalı mimikler biraz demlenmiş, sanki bakışlar da sinirli hey düşünceler de pek filigran mey çalınıyor kulakların kadehlerinde üç beş miligram, ney de kafiye olsun diye arka plana kendini atarken bir ihtizazlık nefesi kalan öfke camdan aşağı itiliyor ve körpe bir umut reenkarne olup ruha can pompalıyor gibi yaparken pompalı tüfeğe tıktığı kelimelerle nabzın şerbetini akıtıp içine biraz çikolata eritiyor; zahir pis boğazlıktan faili ruhani gurmelikten bozma duayenlik hali gibi; hareleri hayallerin üç haneli ( BOK ) oluşuna tepki mahiyetli de olabilir.


     Bir kafiyelik hali kalmış üçüncü tekil düşüncelerin taarruzundaki biber gazı geçirmeyen hayaller, jeo-sinaptik konumundan ötürü üç taraftan bilincin alt katmanlarına sıkıştırılıyor; kelimeler de kıyıya dik yüreklerde bir çırpınışta tutuklu. 
     Şahı matlaştıran düzenin piyonu parlatması hasebiyle attan düşenler filin hortumundan tazyikli güce bağlanıyor, vezir ise bu ofsayttan istifade kaleye biraz daha tümlenmiş derken bir anda yüzeydeki kareler "Hakem gözüne astigmat, mührüne öküzlük mü yapışmış" makamından bir türküyle ayaklanınca bütün taşlar deprem oldu sanıp buluşma noktasına akın ediyor; böylece görece bir birlik hali oluşturabildikleri anlaşılıyor. Elhasıl, el mahkum daha önce kale ile şah bir şekilde rok atabilseydi belki bu zırvalar kemençeli bir hiphop armonisinde geçmişe raksederdi, kafa üstü horon misali.


     Oysa ikilemlerim bile birleşmişken zihnimde zil bu kadar erken çalmamalıydı da belki karnım acıkmıştı ondan karışmıştı bu devreleri kavramlarımın. Zihnime dolanırken bu karmanlarımın çormanları bir çorba koyup doyuramadım zamanımın tartaklarını. Tamamlayamıyorken başladığım sükut–u taslakları, tasalarımı pikabıma koyup iğne ile oydum şarkıların mafsallarını. Ya çalsa da kalbimden yine de ütopyalarımın üçüncü katındaki sokağın kanalizasyonunun üzerindeki asfaltlarını yaptı, hassas konuları zikirlerine takıp zamanın parazitlerinden vakumladı aklı. Kavalın fetvalarına aldandıkça insanlar süblimleşerek yok oldu insaniyet fehvaları. Kana bulanmış bıyıklar, ay efendim çok bir kıymıklar.


     Velhasılkelamından girilen sözcüklere müteakiben kataraktlaşan zihinlere tütütü anti–maaşallah tünemişken bir şeyler yapası geliyor insanın derken gerçeklik Polyanna'nın suratına uçan tekme atıp bu senaryoyu sonlandırıyor. Atmosferdeki meteorlar ruhun mezosferini dağıtıyor (2 yıl öncesinden taslaktır zat-ı italik alileri), arka planda ise üç aşamalı ( B-O-K çıktı yine ) hilaf dolu harabeler.



- Hey gidi nostaljinin çarpık ağızlı iç gıdıklayan şarkıları, zaman makinesi kılığında yolculuğa çıkarınca aklın selim hali mücrim esintilere savruluyor tamam da bari gelirken yanında taso filan da getirsen de içteki çocuğu sevindirsen azıcık. Poke topuna sıkışmış hayalleri hiçbir "alahamora" açamıyor; perdenin dışı harikalar diyarına da çıkmıyor sanki; Constantine belki sigarayı bırakıyor ama Tyler, Jack'in mahvolmuş hayatında dumanını Marla'ya üflemeye devam ediyor derken bir yüzük düşüyor mavi gözlülerin elinden de gücünü gösteremeden eli makaslı kıvırcık çocuk onu parçalara ayırıyor; "pikaçiuuuv" diyesi geliyor uzaklardaki bir adamın ama ilk hecede Red Queen yeri ters çevirip aşağıdaki dünyaya silkeliyor onu, o da yolda otostopçuyla karşılaşıyor, alakasızca rehberini Tom Riddle'ın günlüğü sanıp korkudan ayın karanlık yüzüne kaçıyor da şansına orada da ışınlı kılıçlı bir savaşa denk geliyor, o da Kraken bozması Abbot ve Costello'nun spiral diline sığınmayı seçiyor ve her şey baştan başlıyor, kelebekler kapatıyor kızın kulaklarını ve ortamda bir ses yankılanıyor zaten hiç yokmuşsun diye.

İsim kardeşi için: Algıların Uçurumlarından Yağan Meteorlar


Hep söylese de hep dinlesek.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

18 Kasım 2017 Cumartesi

Karbonun Oksijenle İzdivacı

     Dünyalının hulyalı bakışlarından sümüklünün üryanî yakarışlarına geçişlerdeki o "saniyeleri sindiremeden saatlere karışma" haline dahi alışamadan günler salatalık gören kedi misali zıplıyor da içteki Karadenizli dışına "Bir dur da." diyemiyor bu savruluşta; heyheyleri başında meymeyleri dudağında keyifleri de kendi zaman çizelgesinde bir şeyler - nitelendiremeyişlerde yardıma koşan "şeyşey" - arıyor; ama maalesef evren bir türlü mesajlarına çıkmayınca düşüncelerin ayazında açık kalan pencereden fırlayan kedinin tırmıklarında çığlık atacak meseleler birikiyor tektek; güneş içeri girmesin diye farkındalığa çekilen perdeler mütevelliyetinde - mütevellit reformu! - olağandışılıklar normalleşiyor ve sonra günümüzün en tehlikeli hastalığı zerk olup zihinlere "sıradanlaşıyor" bütün tuhaflıklar aheyahey.


     Yanılgılar tırnaağmı kırmışken heyet-i mübayenetlerden bir yargı teşrif edip elimdeki imgeleri yürütmeye çalışıyor, kareteci kimliğimi evde unuttuğumdan "patlayan kalp tekniği"ni uygulayıp tarantulaları üzerine salamıyorum; salama talim bir fıstık gibi parçalanıyorum çatçat. Pusulası damdan düşmüş zihinlere hibeli necasetlerin suni kerametlerine ahmakça bir hayranlığın bönlediği karmaşada pürüzleniyoruz böylece; öyle bir pürüz ki bu "sevgili"yi yumuşak g(burada yok muydu?)'lere kaptırıyoruz yozyoz.


     Atmosferin ortasındaki yalnız bir karbonun oksijenle izdivacından bile saçma bir mayhoşluk kuruntulara yapışabiliyor, sanki bir çeşit güneşe nem kaptırma çabası anlamsızlıkla valse kalkıyoor. Bir düşününce; yakılan gemiler aslında takaymış, devrilen de çam değil sadece düşen bir çanta imiş. Zıvanadan değil Zigana'dan çıkılmış ve o göz yumuşlardaki ağız açıklığında saklambaçtaki 1-2-3'leme samimiyeti varmış...


     Sek sek oynayan birkaç kelimenin, metanetini bileklerine bağlayan bir ilgece dönüşüp isimlere savaş açmasındaki o anarşist tamlama gibiydik. İçinde fazlasıyla taşlama vardı; ama içince tam bir Mecazi Mürsel, bazen de arkadaşı Hüsnü'nün tahlil sonuçlarını almak için hastaneye koşan bir yardımsever. Ama Arif'e karşı hep bir tecahüllük hali vardı sanki ve açıkçası biraz da tarizdi. Aslında içinde lugatı maneviyata - klavye daha zorlama diye haykırışlarda laylay - maddi tazminat açacak gibi tezatlıklar da vardı. Ama iyi sayılabilir, hoştur da, yokuş değil ama bir yok oluştur - ha ha -.


Müziğine sarılılası-gillerden. 

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

1 Kasım 2017 Çarşamba

Örs Üzengiyi Çekiçle Parçalıyor

     Pestenkerani ilişmiş dudaklardan sızan fena bir zırva üzerimizde bulut olup parçalı hayalleri vakumluyor bak, ses tellerine kıvrılmış yalan makinesi ötmesin diye bu bağırışlar; sanki ferasetin vantuzu ya zamanın bıyıkları cımbızla çekilesi çekilmez adamları, bir paraşüt lazım da nereye atlasam ooo pitipitileyemiyorum ki, hayda!


     Fikir usta bürünmeyince somut bir varlığa, dıkşan efektinin katkılarıyla iliştiriliyor düşünceler bambambam; efektif bir direktif ile her şey şimdi tastamam! Halbuki dondurma pompalanan kalpleri - Aslında düşününce güzel bir şey mi sanki? - güneşte bırakabilir ve içteki yağları dıştakilerle eritip atmosfere bırakabilirdik de olmadı, buzdolabına dönmüş şehrin sebze bölümündeki hıyarlara dönüşmek tercih edildi hatta ve hatta bir hattat tarafından alın yazısına yazıyla resmedildi - Betimleme gibi bir şeydi ama kimse betimlenmedi... -.


     Deliriyorum mütemadiyen ben de, zalımın azot döngüsüne plağımı yerleştirip sisli bulutların içinden geçiyorum tığ görünümlü ezgilerimle. Öhöhö! Karbonlar oksitliyor hücreleri; örs üzengiyi çekiçle parçalıyor, geçmişten bir melodi dokunup kirpiklerime geleceği kalbine yakın bir yerden piçaklıyor. Tüm notalar Do'yu terk ediyor sesimi duyunca, Mi "Miyop olsaydım da görmeseydim bu günleri." diyerek komikmişçesine -miş'li zamana hikayeler fırlatıyor. Şarkılardan yayılan dalgalarda rüzgarla sörf yapmaya başlıyorum ben de; eksik tahtaları değerlendirme çabasından geri dönüşüme katkı mahiyetinde deliyiz dostlar ve savruluyoruz tepesinde şehrin ışıklarının aydınlatamadığı dehlizlerin.


     Zamanın tahririnde sayfaların kelime taciriyim ve evrenin bütün nimetlerine talibim be ahali de hisleri tecritler aldı, insanlarsa ahmak ticaretinden ambale; ama "ambalaley ambaleyo hooo leyya" tipinde eğlenceli değil maalesef. Dilek kutusunda unutulmaya mahkum bir kağıt parçasının gelecekte bir origamiye dahil olup kendini cismetme hayaline evrenin kahkahaları eşliğinde demlenirken ruha elemden bir ihtiva yayıldığı sırada tam optimistlik bir ihtilali inceldiği yerden kopartacakken Fa uğruyor yanıma, "Faul yaptın." diyor; bana ulan bana! Ey Fa sen kimsin ki sol anahtarından çıkma halinle müziğimi eleştirirsin, şimdi insanları tıkaçlayacağım ki kimse duyamayacak artık sesini. 
     Bu gözlerdeki açlık hali gözlememe pattes olup düşer bir gün elbet; peynirle eriyip gider metabolizmik bir atlet edasıyla.


     Kafasının üzerinde dönen fikirleri izleyen gözlerin daldığı denizlerdeki bir taş parçasının üzerindeki yosuna takılmış ayakların çırpınışlarına gülen hamsi bakışlı levreğin sofralarda yerini aldığı bir döngü benzerinde ilahilere adalet ısmarlayan onlarca çiziktirme arasından sıyrılan o kelam kimin dudaklarına façalanmış ya; timsah desenli iguanalara taş çıkarıyor bu matruşka halleri insanın; dişler macuna ihtiyaç duymuyormuş da sanırım yalan sözlerle fırçalanmış - Nedensiz bir random gülüş ardından bir  "hönk?" alalım buraya. -.


    Şimdi elimde kalan sadece La ve Re derken bir dalavereyle onları da kandırdı eşek sıpası Fa, sessize alındım bir titreşimlik vızzzzım bile kalmadı gücüm yetmiyor. Of, of ki ne oflar biriktirdim pimini çeksem karşıki dağlar horona kalkar, salsa temposunda çifte telliye başlar.


     Bu arada, Cumhuriyet bayramımız kutlu ola, nice cumhuriyetlere nail olabilmek dileğiyle. 


Olduramadım, olduramadın, olduramadılar ambaleyyoolar.

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

11 Ekim 2017 Çarşamba

Daralan Ruhu Basenlere Yönlendirmek

     Kaleme sığmıyor kelimeler teşhisi de obezli lirik anteni, bir nevi endokrini kafayı yemiş hale gelen dünyanın ruhtaki kalorileri imiş. Derileri gevşiyor kelimelerin, gözleri televizyona kitttlenirken çat diye kırılıyor gerçekliğe tahsis edilmiş hücrelerin içindeki sarmal yapıcıklar. Endoplazmik üzüme retikulümlenmiş vaziyette dumanı tüten dudaklardan süzülemiyor artık düşüncelere dair sövüşlerin tatlı dilemmaları, kıssstırıyorlar sesleri sanki kumandadan. Nerede zamanın hurafelerinden patlama dilek ağaları, bakınız ben bir dilek tuttum mumlar aleminden kovulan bahtımı geri verin de bırakayım keratayı. 


     Haydi karşılıklı kozlarla bir poz verelim ardından iki zahiri sırıtış safsatasıyla keskinleştirip bir etiket de nakşettikten sonra geleceğe bahşedelim ahmaklığımızı. Dijite ediliyoruz tanrım kaç piksel bendeki yürek bir bakar mısın? Tuş kilidimi bozdum sanırım dışa kapandı sanrılarım. Canhıraş bir dehşet vukuat sahibi bu aralar duygudurumda rokfor peynirli zelzeleler, ebemkuşağından fırlama silkeniş halleri ortaya serili görüntüler filan var.


     Taaam seni düşünürken rastgeldiğim bu evrenin biyometrisinde kaç oksijene bedelsin de katlediyorsun hislerin feriştahını? Hayatın hangi aksamında böyle aksıyoruz kendimizden de yönü bulamıyorum, yer bildiriminden konum çıkmıyor ıslak zeminde kayınca şaftı. Tayini çıkan sözlerin tamiri bıkan özveride mi ya da bu düzlemde eğrilen girdilerin suratında oluşan bir tekmede mi saklı? Diyet evrenindeki çikolata gibi yasaklıyım hüzünlerine hayat, damakta sevimli olsan da basende müebbet mahkumiyetin var; yemezler – yanaktaki çikolata parçasından selamlar! –.  


     Sözcüklerin tütsülenmiş buharında cızırdıyor dağılmış yüklemler, mangal yüreği közlenmiş dünyanın kömürlerini harlamak için olabilir. Havayı da kendimize benzettik o da bizden; bizim gibi dengesiz artık, öyleyse atmosferlerden yağdır üzerime canım birazcık şansın kırıntılarını da çivileyelim bunu tarihin tahterevallisinden ruhumuza.


     Taşıyor kelimeler, dairesel hareketlerle fokurduyor cümlelerin etrafında. Bir cadı gibi kazanımda çalkalıyorum hepsini ve çekip buharını kana karışıp savruluyorum göklerin aykırı boyutlarında. Yönü tayin eden tükürüklü parmağı kaldırıp bakıyorum tadına rüzgarların, haritaları parçalanmış kalbimin içinde hiçbir hücrede küs kalmamış da pusula hangi yönü göstereceğini bulamıyor sorun bu güneyin kuzeyi dışlamasından ibaret; batının doğuyu ezme çalışmasından ya da sadece salatama maydanoz karışmasından. 
     Daralan ruhu basenlere yönlendirip bardağın dolu tarafıyla gargara yapasım var.


Deliliği bırakıp kopup gitmeyen Nil, napaysın?

Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

1 Ekim 2017 Pazar

Erguvani Bir Angutluk

     Hasenatın hasatında, saklı hasetinin hasılatını kapmaya çalışan mahluk-u şarlatanların işediği denizi sahiplenme çabalarında erguvani bir angutluk, böyle ekşimiş güneşin evlat edindiği lanet edici bir yapışkanlık var gibi. Bulanmış düşünceleri bulaşık makinesine atsak bulantısı geçer mi bu ambiyanstaki pisliklerin? Hey mösyö, kelimelerimi daha lanetlere çevirmedi mi hislerin? Sanırım gökyüzünde bir telaşı sezinleyen yıldızlardan atılan halatla çekilemiyoruz dışarı, "Size yastık diyebilir miyim bulut abi?". O zaman gelecekteki bir oksijen marinasyonuna atalım bütün suçu ve bırakalım tutuşsun ağaçlar, betona dönüşsün gölgesinden zebun şehrin meskeni. (?)


     Hayalleri antiseptik bir zırh yapan zihnin devinimlerinde barfiks çeken düşüncelere fısıldayan bir şeyler ya da birileri var şarkıdan hallice ve savunma hattı çekmiyor burada, psikoteknoloji tabiiyetine sırnaşınca duygular frekansı tutmuyor zamana ait sancıların. Patinajında vicdanların "insanlık" mitoz bölünüyor gibisinden bir hadise dönüyor da bissaniye şimdi aklıma geldi Inception bey acaba senin topaç da hala böyle "fıtıs" diye dönüyor mudur?


     Bir enerji emilimi sonrası yerinde duramayan mitokondri gibiyim; ama ben pompalandığım bu hücreyi yerle bir etmeliyim ki dengeye erişsin bu tabiat-ı dengesizliğin. Belki bir --topya bulmalı ve topyekun benimsemeliyim; ama aklımı çelmemeli kalbim; en fazla arada bir çelme takıp haddini filan bildirebilmeli. 


- Eğer emekleyerek koşuya kalkan şevklerin yüzeyinde zaman içinde bir renk kayması oluşuyorsa çözümü pratik şeylerde aramak lazım: Kostantinoxy Action; aksiyonun olduğu yerde filizlenir duygular, kerizlenirken insanlar... -


     Selamsız bir sabahta pencereden sızan güneşi yakalamaya çalışan beyhude bir aptallığa karşı koyamayız bazen, bir film sahnesindeymiş gibi bir görsellik bulma umuduyla açtığımız o pencerede kuş boku selamlarken bizi anlarız işte: O kuşun sanatını sindirebilenlerden miyiz yoksa öfkeyle camı kapatıp karanlığa içini hapsedenlerden mi? 


     Aslında, hayatın ucundan aşağı sarkıtılıp rüzgarla dans eden saçları arasındaki oksijenin silkülasyonunda boğulan karbondioksitlerimizin yapı taşı olarak döndüğü bu çemberin teğet geçtiği arbedelerinden nişan aldığı aptallıkların topuğundan kafamıza sıçrayan mermileri sıyırınca hepimiz bir parça deliyiz, bir parça mani, bir parça depresif, bir parça fani.



Deli kadın selamlar! 
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

25 Eylül 2017 Pazartesi

Fiyonklu Bir Uçan Tekme Silueti

     Pıhtılamış taravetin keskin zarafeti ile yuvarlanan dudakların kelimelerle şahadeti vaftiz eder mi cenabeti-vari hallerinde zikredilen pospolitik cehaletin kapattığı cari açıklarda kulaç atan "you are not a foolish casanova" güftesinin nasıl eşleniğine çarpıp sonsuza bölüneceği sorusu silik bir işarete bürünecek gibi olurken kafasından vurulan düşünce bulutunun yağmurları ile ıslanan çiçeklerin açtığı gibi koparıldığı bu dar boğazda, pis boğazlığı asgarileştirmeye çalışan beşinci tekil zafiyetlerin şafağında belirecek bir Gandalf(-iye) figürünün selameti getireceği bir ziyafetin sanrısında dahi gölgesine sığınılan ceviz ağacına dadanan kargaların sesi yankılanıyor sanki; bir kadeh Gülhane parkından sözüm ona onanmış bütün tahribatlara.


     - Heyo selamlar eski dostum, tankla değil taramalıdan fırlama sözcüklerimle geldim.


     Musibeti nasihat aleminden çekip rutubetli bir ortama atadururken bir soluklanma ihtiyacı oluştuğunda alınan dumanın ciğerlerde bir valse tutuşmasına eşlik bababında hafifçe etrafta süzülen kafaların tokuştuğu zamana "Gençsin sen yanında bulunsun" hareketiyle iki tokat yapıştırası gelse de insanın, şiddete yan değil dışbükey olunduğu akla gelince kibrit dansı ile baştan def edilir. Kibrit dansı da sanıyorum ki küçükken tuvalet terbiyesi sırasında bazı ebeveynlerin uyguladığı "Bak poponu yakarım he." korkutması mihverinde bir tehdit olabilir.


     Amaaaan'lardan oluşan alanın hesabı sırasında koyvermişlik doğrusuna yetişmeye çalışan bir matematikçi gibi her şeyi literatüre dökme ihtiyacı hisseden akademisyen tavrıyla keşfetmeye çalıştığımız benliğimizin muharebesinde aslında çoğumuz; yakışmayan berelerimizle fırça darbesi dokundurmaya çalıştığımız bu hayatın tuvalindeki küçük bir nokta bile değiliz. Ya da belki biraz ünlem, biraz virgül yahut da fiyonklu bir uçan tekme silueti filanızdır.


     Pörsümüş duyguların korselere tıkılıp şekilist bir tavırla "insanlık" imajına hizmet etmesini beklerken bir taraftan fırlayışı karşısında şaşkına dönen sarkık vicdanlar, yolunası bıyıklar, ah bu namühürlü kadranların işaret parmağının tüyünde zıplayan müteessir ruhlar ve kapımın önündeki Batman tipli minik şey - yavru yarasa filan olmadığını umarak devam ediyorum - parçalanan ışınların kaçtığı iristeki yansımalar sizce de çok bir ımmmm çikolatalı krema - ya da gülen bok - gibi değil mi? Daha çok ikinci gibi, iris açtıran cinsten hani.


     - 6 yılın zamanda parçalanıp hayat sahnesinde "anı"laşma hızına şaşırarak ve "Daha 17 17 17 imiş" melodisinden bir tutam koparıp satır aralarından geçmişe selam çakarken bir "oha falan oluyorum yane".

Anaa Vega yeni albüm çıkartmış.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »

13 Şubat 2016 Cumartesi

Gıcırdayan Samimiyetler

     Bütün seslerin bir anda piyano tuşlarından kulaklarda dans etmeye başlaması gibiydi bu aralar dudaklardan fırlayan sözcüklerin çarpıp geri döndüğü oksijenin valsinde kıvranan sessizliklerimiz. Parmağını diline kondurup rüzgarın geliş yönünü ölçen bir kâşif gibiydi hislerimiz ve yönü tayin etmekten aciz bir korsan silüetinde yavaşça parçalanıyordu ellerinde. Derken bir paradoksun içine tıkılan zihnimizin prangalarına tutunan düşünceler eşliğinde paranoyaya sürüklenen bilincin alt katmanlarındaki savaşı üst tabakadan fırlayan lavlar kazanıyordu. Cızzz. Eyo, diye başlıyordu konuşmaya sonra bir ses, mimimimamama maykrafonşov. Derin bir nefes alıp dudaklarını büzdükten sonra devam ediyordu; ön yargı kırıcının icadına kadar insanların çoğu aslında kendi zihinlerine hapsolmuştur ve dışına çıkamaz; sığ denizlere sığınır, içine sığdırdığı sığıntı düşüncelerle sağdığı beynini sağlam bir kazığa, itaatinin farkında bile olmadan, büyük bir iş başarıyor sanrısıyla bağlar, aptaldır çünkü ya da çünki vesselam.


     Gıcırdayan samimiyetlerin bozulmuş insan müsveddelerinde bir anlam ifade etmesini beklemek biraz gereksiz, değer kavramını denenmiş aptallıklar uğruna harcamak kadar dozu arttırılmış bir ahmaklık olur nihayetinde hiddetine ve kelepir düşünceler uğruna kenefi ile cebini doldurur metanetinin cenabetliğinden. Bardağından dudaklarına dolanan dumanın savurduğu mürai müptezeller müdahil olunca miskinliğine, bir koyvermişlik yapışır ve içine karıştıktan sonra engellerine çarpıp bir sırıtışın koynunda karanlığın içine silkelenir. Yani, "hiçbir şeyi kalmayan" triplerinde değil de daha çok "elindekileri  ayıklama" mihverinde, tıpkı pirinç gibi; taşlarını taşlamayla dışarı atar ve taşa koyup ezer ayaklarının altında. Ya da ezemez de iki çizik atıp uğurlar ya da hiçbir şey yapamaz, aslında atamaz da, salaktır çünkü, beceriksiz bir ahmak.


     Tam şahından ümidini kestiği sırada, vezirini kurtlara kaptırmış ve filinin hortumlarından umudunu vakumlamaya çalışırken, piyonun ellerinden tutmasıyla kaleyi kuşatıp bu kare prizmadan zamanın üçgensel bölgesine ışınlanmayı başarmıştı; elinde şah, dudağında tahtını kaybetmiş kraliçenin gözyaşlarına karışan matı ile. Yani öyle olmasa da, başka bir düzlemde başka bir görelilikte öyle olabilirmişçesine. İnanmanın yolun çeyreği bile olmadığı gerçek hayatta, bazen inanmanın da bir şeyleri başarabildiğini kendine kanıtlamak istiyordu belki de. Ya da bir avuç zırva, zamanın zırıltılarından kulaklarına yapışıp dağlıyordu içindeki öfkesini ve o da böyle minyatür bir kaçış elde etmek istiyordu. Ya da her şey bir oyundu, maçı izleyenleri kandırarak eğleniyordu kendince.


     Alayına halay, yarınına hayal, arınışı yalan, sarılışı saman ve kafiyesi banal bazı cümlelerin aslında anlatmak istediği hiçbir şey olmadığını anlaması gerekir bazı kesimlerin. Lafı bölünen kesirlerin ağzına çarptığı bölenleri ile daha fazla bölünmeden birlikte toplanma zamanları gelmiştir. Herkes yarım, çeyrek, tama yarım çeyrek kaladır belki; ama bu beraber tama ulaşamayacakları anlamına gelmez. Sadece bir tik tak, sonrasında yığılan tonlarca düşünce arasında gözlerini kapatıp doğrusunu seçmek, bu zamanın haritasında rastgele bir limana varıp iki gemi batırmak eğlenceli olabilirdi belki.


Görüntü kalitesi ile zıt kulvarda.
Sadece Bir Tık ile Devamı Ekranınızda Tatatam! »